Mittwoch, 25. August 2010

YİRMİDOKUZUNCU HADİS

İnsanların peygamberlerden öğrenegeldikleri sözlerden biri de “utanmadıktan sonra dilediğini yap sözüdür” 

Buhari enbiya 54, Ebu davud edeb 6

Üstadin Sözü

Ellerime uzanan dudakları tepeyim;

ALLAH diyen gel seni ayağından öpeyim.

(Necip Fazıl Kısakürek)

Samstag, 14. August 2010

Tarihi Kitab 1931 baskisi

1931- CHP'nin Liseler için yazdırdığı tarih kitabı

Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle yazılan ve yaklaşık 10 küsür sene genç dimağların zehirlendiği, bu lise tarih kitaplarını okudukça ürepereceksiniz !!


Freitag, 30. Juli 2010

INSANOGLU

Makamımız kuş misali, daldan dala konabilir. İnsanoğlu yok misali, bir
gün olur ölebilir. Dağlar taşlar kül misali, bir gün olur tozabilir.
İnsanoğlu gül misali, bir gün olur solabilir. O can sana emanettir, bir
gün olur uçabilir.
Dünya malı bir ziynettir, ancak amel kalabilir. Gururlanma insanoğlu,
ölmemeye çaren mi var? Soğuk vurmuş bir gül gibi solmamaya çaren mi var?
Hani ecdat, hani ata? Hakka karşı etme hata! Tabut denen cansız ata
binmemeye çaren mi var?

Mittwoch, 30. Juni 2010

Karıncalardan kurtulmanın yolları
Karıncalar belkide evimizdeki zararlı böceklerin en zararsızıdır. Zararsız olmalarına karşın tek kötü tarafları ise genelde evinizde bir kaç değil binlerce karınca olmasıdır.

Karıncalar yiyeceklerinizi yerler ve bozarlar, duvarlarınızda yürürler ve cinslerine göre sizi ısırırlar. Bunlara ilaveten etrafta görünmeleri canınızı fazlasıyla sıkar. Karıncalardan kurtulmayı zorlaştıran en büyük sebep, binlercesinin bir arada olmasıdır.

Mücadeleye başlarken önce kaynaklarını bilmeniz gerek; yuvalar evinizin içinde mi yoksa dışarda mı? Karınca gördüğünüz zaman takip edip nereye doğru gittiklerine bakın.

Nasıl kurtulunur;
Her zaman engelleyici tedbirlerden işe başlayabilirsiniz. Önce yiyeceklerin ağzını (özellikle tatlıların) sıkıca kapayınız. Eğer meyva suyu ya da kola türü bir meşrubatı yere dökerseniz hemen siliniz. Şekeri görünce karıncalar çılgına döner.

Evinizin çevresini toz yada sprey ilaçlarla ilaçlayın. Kalorifer böceklerine etkili olan borik asit evin içinde yuva yapmış karıncalara da etkili olur.

Marketlerde ve tarım ilaçı bayilerinde satılan çeşitli tür ilaçlarda etkili olur. Ama en önemlisi kaynağın doğru tespitidir.
Timsah gözyaşı deyimi nereden geliyor ?
Timsahlar avlarını yerken, ağızlarını çokça açtıklarında, gözlerinden bir sıvı salgılarlar. Gözyaşı gibi görünen bu sıvının üzüntüyle bir ilgisi yoktur. Buradan yola çıkarak, bir şeye üzülmediği halde üzülmüş gibi yapan insanlar için “timsah gözyaşları döküyor” deyimi kullanılır. Sahtekârlık, iki yüzlülük gibi olumsuz bir anlamı vardır.

Hatirlayin

http://www.facebook.com/video/video.php?v=104153659637127
Lütfen bakin.
Bende unutmusdum bu sahneleri

Ayet

Bakara Suresi 2/116

“Allah, çocuk edindi” dediler. O, bundan uzaktır. Hayır! Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır. Hepsi O’na boyun eğmiştir.

Hz. Peygamberin Cuma Namazı

Hz. Peygamberin Cuma Namazı

Cuma günü zevalden önce kılınan namaz

Mücahid Ebû Halil’den, o Ebû Katâde’den, Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin cuma günü dışında günün ortasında namaz kılmayı mekruh gördüğünü rivayet etmiştir. şöyle buyurmuştur : “Cuma günü dışında Cehennem tutuşturulur.” (Ebû Davud Cuma l083)[1]

İmamın minberden indikten sonra konuşması

Enes radiyellahü anh şöyle dedi: Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellemi namaz için ikamet alındıktan sonra gördüm, bir kişi kendisi ile kıble arasında durmuş onunla konuşuyordu. Konuşup durdu, o kadar ki, Nebi sallallahü aleyhi ve sellemin uzun süre ayakta kalmasından dolayı bazılarımızı uyku basmıştı.” (Tirmizî Cuma 518)

Cumanın farzından sonra kılınan namaz

Abdullah b. Ömer radiyellahü anh şöyle dedi : Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Cuma namazından sonra mescidden ayrılıncaya kadar namaz kılmaz, ayrılınca evinde[2] iki rekat kılardı. (Buhârî Cuma 39, Müslim Cuma 71)

Abdullah b. Ömer, Cuma günü olduğu yerde iki rekat namaz kılan birini gördü ve onu iterek şöyle dedi : “Cumayı dört rekat olarak mı kılmak istiyorsun ? ” Abdullah evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle derdi : “Resulüllah salallahü aleyhi ve sellem böyle yapardı. “(Ebû Davud Cuma l127)

Atâ, Abdullah b. Ömer ile ilgili olarak şunları söylemiştir : Mekke’de bulunur da Cumayı kılarsa ileri geçer iki rekat kılar, sonra ileri geçer dört rekat kılardı..Medine’de olduğu zaman Cumayı kılar, sonra evine döner iki rekat kılardı. Mescitde kılmazdı. Derdi ki, ” Resulüllah öyle yapardı.”(Ebû Davud Cuma)

Nafi’in şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Ömer Cumadan önce namazı uzatır, Cumadan sonra da evinde iki rekat namaz kılar ve şöyle söylerdi: Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem de böyle yapardı. (Ebû Davud Cuma l128)

Ebu Hureyre radiyellahü anh Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Sizden biri Cumayı kıldıktan sonra dört rekat namaz kılsın” ( Müslim Cuma 67, Ebû Davud Cuma l131)

Ebu Hureyre radiyellahü anh Resulüllah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Cumadan sonra namaz kılacak olursanız dört rekat kılın.”(Müslim Cuma 68, Ebû Davud Cuma l131, Tirmizi Cuma 523)

es-Sâib diyor ki, Muaviye ile birlikte maksurede (hünkar mahfilinde) Cuma namazını kıldık. İmam selam verince kalktım, aynı yerde namaza devam ettim. Muaviye bana birini gönderdi ve dedi ki, “Bu yaptığını bir daha yapma. Cuma namazını kıldıktan sonra dışarı çıkmadan veya biraz konuşmadan başka namaz kılma. Çünkü Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem bize böyle emretmişti. Konuşmadıkça veya dışarı çıkmadıkça bir namazın diğerine eklenmemesini isterdi.” (Müslim Cuma 73, Ebû Davud Cuma l128)

Cumadan sonra ikram

Sehl b. Sa’d radiyellahü anh anlatıyor: Tarlasında karıklar açıp çögender otu yetiştiren bir kadın vardı. Cuma günü olunca bu otun saplarını ayırır, onu bir tencereye koyar, onun üzerine değirmende öğüttüğü bir avuç arpayı atar, pişirirdi. Çögender otunun sapları yemeğin eti, kemiği olurdu. Cumadan döner, ona selam verirdik. O da bu yemeği önümüze kor, biz de onu yerdik. O kadının bu yemeğini yiyebilmek için Cuma gününün gelmesini arzulardık. (Buhârî, Cuma 40)

Namazın ve hutbenin uzatılmaması

Ammar b. Yasir dedi ki, ” Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellem bize hutbleri kısa okumayı emretmişti. “(Ebu Davud Cuma 1106)

Cabir b. Semüre radiyellahü anh şöyle dedi: Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Cuma günü hutbesini uzatmazdı, söyledikleri bir kaç kelimeden ibaretti. (Ebu Davud Cuma 1107)

Cabir b. Semüre radiyellahü anh şöyle diyor: Hz. Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem ile beraber çok namaz kıldım. Namazı da orta halli, hutbesi de orta halli idi[3]. Kur’an’dan ayetler okur, insanlara görevlerini hatırlaırdı. (Müslim Cuma 41, Ebu Davud Cuma 1101)

Ebu Vail diyor ki, Ammar radiyellahü anh bize hitabetti, kısa ve güzel bir konuşma yaptı. aşağı inince dedik ki, ” Ebu’l-Yakzân, güzel ve öz bir hutbe okudun, biraz daha nefes sarfetseydin ya ? Dedi ki, ” Ben Resulüllah sallallahü aleyhi ve sellemin şöyle dediğini işittim : Kişinin namazının uzun, hutbesinin kısa olması dini anladığının işaretidir. öyleyse namazınızı uzatın, hutbeyi kısa tutun. Çünkü bazı konuşmalar büyüleyicidir. ” ( Müslim, Cuma 47)

Doc. Dr. Abdülaziz BAYINDIR

——————————————————————————–

[1]- Ebu Davud, hadisin altına düştüğü notta, bu hadisin mürsel olduğunu, çünkü Mücahidin Ebu Halil’den yaşlı olduğunu, (dolayısıyle ondan rivayette bulunamıyacağını) Ebu Halil’in Ebû Katâde’den hadis dinlemediğini ifade etmektedir.

[2]- “Evinde” ifadesi Müslim’de geçmektedir.

[3]- Buradan sonraki kısım Ebu Davud’da geçmektedir.

Hanefi Mezhebine Göre Cuma Namazı

Hanefi mezhebinde Cuma namazının kılınmasının farz olması için bazı şartlar koşulmuştur. Bu şartlardan birisi de Cumayı kıldıracak olan imamın sultan veya onun görevlendireceği bir kişi olmasıdır. Hanefî mezhebinin böyle bir görüşe varmasının sebeplerini okumamış olan bir kısım müslümanlar, burada sözü edilen sultan kelimesini devlet başkanı olarak anlamışlardır. Bu sebeple Cuma namazını ya müslüman devlet başkanının veya onun görevlendireceği bir kimsenin kıldırması gerektiği zannedilmektedir. Bu görüşe, bazı hayali gerekçeler de eklenerek, Hanefî mezhebinin Cuma namazı için belirlediği şartların Türkiye’de oluşmadığı öne sürülmektedir. Bu yanlış iddia şu şekilde özetlenebilir:

“Türkiye laik bir ülkedir. Burada devlet başkanının Cuma namazını bizzat kıldırması söz konusu değildir. Cuma namazı İslâmî egemenliğin bir simgesidir. Fakat laik yönetim İslam’ın egemen olmasını kabul etmez. Bu sebeple böyle bir yönetimin görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı kılınmaz.”

Allah’ın emrini yerine getirmekten başka arzusu olmayan ve çoğunluğu gençlerden oluşan kardeşlerimizden bir kısmı bu görüşün doğru olduğuna inanmışlardır. Günümüzde, bu sebeple Cuma namazını kılmayan ve bunu İslam’ın egemen olması uğruna yapılan bir cihat sanan insanlar ortaya çıkmıştır.

Hanefî mezhebi böyle bir görüşü asla kabul etmez. Bu gerekçelerle ortaya çıkan kişiler, Cuma namazı gibi bir ibadete engel oldukları için çok ağır bir vebale girmektedirler. Bu yanlış yoldan dönmedikleri sürece hem kendi günahlarını hem de onların görüşlerine dayanarak Cuma namazı kılmayanların günahları kadar bir günahı üstlenmeye devam edeceklerdir.

Şimdi Cuma namazı ile ilgili ayeti, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin hadisini ve güvenilir kaynaklarından Hanefi mezhebinin görüşlerini okuyalım.

1- Cuma Namazı İle İlgili Ayet

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır :

“Müminler, Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, Allah’ı zikretmeye koşun ve alım satımı bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Cuma 62/9)

Dikkat edilirse ayette namaz kıldıracak kişinin durumuyla ilgili hiç bir hüküm yer almamaktadır. Cuma için davet yapılan ve ezan okunan her yerde iş, güç ve alım satım bırakılarak namaza koşmak icap eder. Ancak gerek namazın özelliği ve gerekse Peygamberin uygulamaları sebebiyle Cuma namazı için bazı özel şartlar koşulmuştur. İşte Hanefî mezhebinin, sultanın bulunmasını şart koşması böyle özel bir şarttır. Ancak bu ayette o şarta gerekçe olacak bir ifade yoktur.

2-Konu İle İlgili Hadis-i Şerif

Cabir bin Abdullah (r.a) Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin bir gün şöyle bir konuşma yaptığını naklediyor :

“Ey insanlar! Ölmeden önce tevbe edip Allah’a yönelin. Meşguliyetler bastırmadan iyi işler yapmak için elinizi çabuk tutun. Sık sık hatırlayarak, gizli ve açık, bol bol sadaka vererek Rabbınızla aranızda bir bağ kurun. Böyle yaparsanız rızkınız bol olur, yardım görürsünüz ve açıklarınız kapatılır.

Şunu iyi bilin ki, Allah Teâlâ şu bulunduğum yerde, bu günümde, bu ayımda, bu yılımdan kıyamet gününe kadar devam edecek bir farz olarak size Cuma namazını farz kılmıştır. Ben hayatta iken ya da benden sonra her kim, âdil veya zâlim bir başkanı varken, önemsemeyerek veya farzlığını kabul etmeyerek Cuma namazını kılmazsa, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin. Allah onun işini bereketlendirmesin.

Bakın! Böyle bir kimsenin ne kıldığı namaz, ne verdiği zekat, ne gittiği hac, ne tuttuğu oruç ne de yaptığı iyilik kabul edilir. Tevbe ederse o başka. Tevbe edenin tevbesini Allah kabul eder.” (Sünen-i İbn Mâce, İkametü’s-Salah 78.)

Aşağıda görüleceği gibi bu hadis-i şerifi, Hanefî mezhebi alimlerinden Şemseddin es-Serahsî (öl.483 h.) ve Alaüddin el-Kasânî (öl.587 h.), Cuma namazını, Sultan’ın veya onun tarafından görevlendirilecek biri tarafından kıldırılmasının delili olarak saymışlardır. Sivaslı Kemalettin b. Hümam’ın (öl. 593 h.) Feth’ül-Kadîr adlı eserinin I. cilt 412. sahifesinde de (Mısır l315) bu hadis konunun delili olarak zikredilmiştir.

Ancak hadisi-i şerifi rivayet eden kişilerden Abdullah b. Muhammed el-Adevî ile Ali b. Zeyd b. Ced’ân zayıf kişiler olduğundan hadis, senet yönünden zayıf görülmüş1 ve bazı Hanefî fıkıh kitapları tarafından sultan konusu için delili sayılmamıştır. el-Hidâye, bu kitaplardandır.

Alaüddin el-Kâsânî, biraz sonra genişçe yer vereceğimiz kitabında Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin bu konuda başka bir hadisinden bahsetmiştir. Kasânî’nin ifadesi şöyledir :

” Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin, dört görevin valilere (yöneticilere) ait olduğunu söylediği ve cumayı bunlar arasında saydığı, rivayet edilmiştir.”

Ancak Kemâlüddin b. Hümâm, Fethu’l-kadîr’de bu sözün tabiînden Hasan-ı Basrî’ye ait olduğunu belirtmiştir.2 İbn Hümâm, hadis konusunda güvenilir bir alimdir. Biraz sonra görüleceği gibi İmam Serahsî el- Mebsut’da bu sözü hadis olarak değil, eser olarak zikretmiştir. Sahabinin veya selefin sözlerine eser dendiği için3 Mebsut’un ifadesi İbn-i Hümâm’ı desteklemektedir. Zaten hadis kitaplarında Cuma namazı görevinin valilere ait olduğu yolunda bir ifade geçmemektedir.

3- Hanefî Mezhebinin Görüşü

Yukarıdaki hadisin zayıf olduğu, hatta bazı Hanefî alimlerin onu delil olarak almadığı, Kâsânî’nin hadis diye rivayet ettiği sözün Hasen-i Basrî’ye ait olduğu görüldükten sonra bu konuda Hanefîlerin dayandıkları esas delilin maslahat olduğu ortaya çıkmaktadır.

Maslahat, bir işin iyi ve hayırlı olmasına sebep olan şeydir. Karşıtı mefsedettir. İslam, koyduğu hükümlerinde maslahatları hep dikkate almıştır. Bu sebeple islamın her hükmü hikmete uygun, yani daha iyisi olamayacak şekilde yerli yerindedir.

Maslahat, kamu yararı olarak tercüme edilebilir. Buna göre Cuma namazını Sultanın veya sultan tarafından görevlendirilecek bir kişinin kıldırmasında kamunun yani müslümanların yararı vardır. Şöyle ki, Cuma namazı, bir yerleşim bölgesinde, erginlik çağına girmiş bütün müslüman erkeklerin bir araya gelerek kıldıkları namazdır. Bu namazı kıldıracak kişi önceden belli olmazsa aşağıda daha açık olarak belirtileceği gibi insanlar bu hususta anlaşmazlıklara ve ölümle sonuçlanabilecek çatışmalara girebilirler. Okunacak hutbe, insanları fitne ve fesada düşürebilir. Ayrıca yetkili makamlar tarafından önlem alınmaması halinde iç ve dış düşmanların namaz sırasında baskın yapıp müslüman erkekleri katletmeleri mümkün olabilir. Ama Cuma namazı yetkili makamların denetimi altında kılındığı taktirde bu problemler olmaz. Bu sebeple Cuma namazında sultanın bulunmasını şart koşmak maslahata yani kamu yararına uygundur.

Böyle bir maslahata uyulmasının zararı da yoktur. Çünkü Cuma imamı, imamlık için gerekli asgari şartları taşıyorsa onun işgal ettiği veya tayin edildiği makamın kusurları namaza mani olmaz. Sultan veya onun yerine geçecek bir kişi bulunmadığı zaman müslümanların kendi aralarında belirleyecekleri bir imamın arkasında namaz kılmaları mümkün olduğuna göre sultanın şart koşulması Cumanın terk edilmesine de sebep olmaz.

Cuma namazını hayatı boyunca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kıldırmıştır. O, hem bir peygamber hem de devlet başkanı idi. Ondan sonra da merkezde halifeler, taşrada oranın en yetkili yöneticileri kıldırmıştır. Dolayısıyla sultan şartının getirilmesi öteden beri var olan uygulamanın tespiti mahiyetindedir.

Bu şartları ihtiva eden bir maslahat, Hanefî mezhebine göre şer’î delillerden sayılır ve ona dayanılarak hükümler konabilir.4 Cuma namazı ile ilgili sultan şartı bu şekilde konmuştur.

Aşağıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı gibi sultan, cuma namazı kılınan yerin en yetkili amiri demektir. İlçenin sultanı kaymakam, ilin sultanı vali, ülkenin sultanı devlet başkanıdır. Eğer yetkili kişinin olmaması yahut anarşi ve terör sebebiyle yetkili amirin yetkisini kullanamaması söz konusu ise o zaman müslümanlar kendi aralarından birini imam seçerek cuma namazını kılarlar.

a- el-Mebsût

Şemsüddin es-Serahsî ‘nin (öl.483 h.) el-Mebsût adlı eserinin konuya ilişkin ifadeleri aşağıya alınmıştır. El-mebsut, Hanefî mezhebini daha sonraki nesillere aktaran İmam Muhammed’in altı kitabının şerhidir. Bu altı kitapta geçen görüşlere zahirürrivaye denir. Bu görüşler çok güvenilir yollarla bize ulaşmıştır.5 el- Mebsut , otuz cilttir.

” Bize göre sultan Cumanın şartlarındandır. Allah ondan razı olsun, İmam Şafiî bu görüşte değildir. O, Cuma namazını diğer farz namazlara kıyaslayarak sultan ile halkı bu konuda aynı kabul etmiştir. Bizim delilimiz Cabir radiyellahü anhın rivayet ettiği . ” … zalim veya adil bir imamı (başkanı) olduğu halde Cumayı terk eden…” ifadelerini taşıyan hadisidir. Bu hadiste Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, Cumayı terk edenin cezayı hak etmesi için imamının yani başkanının olmasını şart koşmuştur. Eserde (yani sahabeden veya seleften birine ait bir sözde) ” Dört görevin yöneticilere ait olduğu, Cumanın bunlardan biri bulunduğu ” belirtilmiştir.

Bir de insanlar cuma namazını kılabilmek için küçük cemaatleri bırakarak bir yere toplanırlar. Eğer sultan şartı koşulmayacak olursa fitne çıkar. Çünkü bazı kimseler önceden camiye gelip kendilerince geçerli bir maksatla cuma namazını kılabilirler. Bu durumda arkadan gelen cemaat Cumayı kaçırmış olur. Burada gizli olmayan bir fitne vardır. Bu sebeple Cuma namazı işi, insanların işleri ve onların arasında adaletli davranma görevi kendisine verilmiş olan imama ( başkana) bırakılmıştır. Çünkü bu, fitnenin yatışması için daha uygun olur.”6

b- El- Bedai’

Alaüddin el-Kasânî’nin (öl.. 587 h.) el-Bedai’ adıl eserindeki açıklama aşağıdadır. Tam adı el- Bedai’us-sanai’ fî tertîb’iş-şerai’ olan bu eser de Hanefî mezhebinin güvenilir kaynaklarındandır. Tamamı yedi cilttir.

“Bize göre sultan, Cumanın edasının şartıdır. Öyle ki, sultan veya naibi (görevlisi) bulunmazsa Cumayı kılmak caiz olmaz. İmam Şafiî sultanın şart olmadığını söylemiştir. Ona göre Cuma farz bir namazdır, diğer namazlarda olduğu gibi bunun kılınması için de sultanın varlığı şart değildir.

Bizim delillerimiz şunlardır :

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ” … âdil veya zâlim bir imamı (başkanı) varken…” ifadelerini taşıyan hadisinde, Cumayı kılmayanın cezayı hak etmesi için imamın (yani yöneticinin) bulunmasını şart koşmuştur.

Ayrıca Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin “Dört görevin valilere (yöneticilere) ait olduğunu söylediği ve cumayı bunlar arasında saydığı ” rivayet edilmiştir.

Bir de Cuma namazının edası için sultan şartı koşulmasaydı fitne çıkardı. Çünkü Cuma, büyük kalabalıklarla kılınan bir namazdır. Şehrin bütün halkının önüne geçip namaz kıldırmak bir şeref, itibar ve saygınlık kabul edilir. Saygınlık kazanma ve başkan olma hevesinde olanlar cumayı kıldırmak için birbirleriyle yarışa girerlerdi, bundan dolayı aralarında çekişme ve anlaşmazlıklar çıkardı. Bu da ölümle sonuçlanacak çatışmalara yol açardı. Onun için bu görev valiye bırakılmıştır ki, Cumayı ya kendi kıldırsın ya da bu iş için yetkili gördüğü bir kimseyi tayin etsin. Bu durumda ya valinin emrine uymayı vacip gördüklerinden veya cezalandırılma korkusundan dolayı bazı kimseler imam olmak için niza çıkarmaktan kaçınırlar.

Görevin sultana bırakılmaması halinde, ya camiye gelen her grup, namazı ayrı ayrı kılarak Cumadan beklenen faydanın kaybolmasına yol açar. Çünkü Cuma namazı, faziletin tam olarak elde edilmesi için insanların bir araya gelerek kıldıkları bir namazdır. Ya da namaz sadece bir kere kılınır, bu sefer de önceden kılanlar kılmış, arkadan gelenler cumayı kaçırmış olurlar. Bu sebeplerle cumayı kıldırma görevinin sultana bırakılması yerindedir. Sultan, bütün cemaatin gelmesinden sonra uygun bir vakitte cumayı ya bizzat kıldırır ya da görevlendireceği bir kişiye kıldırtır.

Sultan yoksa ne olacak?

Anarşi veya ölüm gibi bir sebeple imamın (en yetkili kişinin) bulunmaması veya yeni valinin henüz göreve başlamamış olması halinde , İmam Kerhî, halkın kendilerine namaz kıldıracak bir kişinin imamlığı üzerinde anlaşmalarında sakınca görmemiştir. El-Uyûn adlı kitapta İmam Muhammed’in de bu görüşte olduğu kaydedilmiştir. Çünkü Osman’ın etrafı anarşistler tarafından sarılınca halk Ali’ye gitti, o da onlara Cuma namazını kıldırdı.

el-Uyûn’da Ebû Hanîfe’den şöyle bir görüş de rivayet edilmiştir : Bir şehrin valisi ölse, ölüm haberi Cumaya kadar halifeye ulaşmasa, Cuma namazını, ölenin vekili veya Emniyet Müdürü yahut kadı kıldırsa namaz sahih olur. Fakat bu durumda halk bir başkasını imamlığa geçirirse olmaz. Çünkü bu görevliler vali hayatta iken onun yerine namaz kıldırma yetkisine sahip kimselerdir. Ölümünden sonra halife, valilik görevini bir başkasına verinceye kadar yetkileri devam eder.

Nevâdir’us-salât adlı kitapta şu bilgiler vardır: “Önceki sultan hutbe okurken yeni tayin edilen sultan çıkagelse de hutbenin tamamlanmasını istese, bu hutbeden sonra yeni sultanın cumayı kıldırması caiz olur. Çünkü eski sultan hutbeyi onun müsaadesiyle okumuş ve onun naibi (görevlendirdiği kimse) durumuna gelmiş olur. Yeni gelen sultan, öncekinin hutbeyi tamamlamasını istemeden sessizce bekledikten sonra geçip Cumayı kıldırmak istese caiz olmaz. O, sadece öğle namazını kıldırabilir. Çünkü sessiz kalması hutbenin tamamlanmasını istediği anlamına gelebileceği gibi buna razı olmadığı anlamına da gelebilir. Böyle ihtimalli durumlarda hutbe geçerli olmaz.

Yeni atanan sultan geldiğinde birincisi hutbeyi tamamlamışsa namazı kıldırması caiz olmaz. Çünkü okunan, görevden alınmış imamın(sultanın) hutbesidir. İkincisi de kendi hutbesini okumamıştır. Hutbe Cuma namazının şartıdır. Bütün bunlar birinci sultanın ikinciden haberdar olması halinde geçerlidir. Eğer birinci ikincinin geldiğini bilmez de hutbeyi okuyup namazı kıldırır ve yeni gelen de sesini çıkarmazsa namaz geçerli olur. Çünkü birinci, ikincinin geldiğini öğrenmeden görevden alınmış olmaz. Ama görevden alındığına dair bir yazının veya habercinin gelmesiyle de birincinin görevi sona erer.

Bir köle, sultan (yönetici) olsa, kendisi veya görevlendireceği bir kişi cumayı kıldıracak olsa namaz geçerli olur. Yolculuk halinde (seferî) olan sultan da aynıdır. Çünkü Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem Mekke’yi fethettiği sene, yolcu durumunda olmasına rağmen orada cumayı kıldırmıştır. Hatta öğle namazını iki rekat olarak kıldırdıktan sonra Mekkelilere şöyle seslenmişti: ” Mekkeliler! Siz namazını tamamlayınız, biz seferiyiz.” Köle konusunda da Peygamber sallallahü aleyhi ve sellemin şu sözüne dayanırız: “Başınıza burnu kesik Habeşli bir köle, sultan (yönetici) olarak tayin edilse bile ona boyun eğiniz.” Eğer böyle bir kimsenin imam olması caiz olmasaydı ona boyun eğemek farz kılınmazdı.

Kadının veya erginlik çağına girmemiş akıllı bir çocuğun Cuma namazını kıldırmaları caiz değildir. Bunlar diğer namazlarda da imamlık yapamadıklarına göre Cuma imamlığını öncelikle yapamazlar. Kadın, sultan (yönetici) olsa da uygun bir kişiyi imam olarak görevlendirse ve bu kişi cumayı kıldırsa sahih olur. Çünkü kadının sultan veya kadı olması genelde sahihtir. “7

c- El-Hidâye

Bürhanüddin Ali b. Ebîbekr el-Merğinânî’nin (v. 593 h.) el-Hidaye adlı kitabının konuyla ilgili ifadeleri aşağıya alınmıştır. Bu kitap Mezhebin güvenilir kaynaklarındandır.

“Cuma namazını sultan veya onun görevlendireceği kişiden başkası kıldıramaz. Çünkü bu namaz büyük bir cemaatle kılınır. Böyle bir cemaatin önüne kimin geçeceği, kimin cumayı kıldıracağı hususunda ya da başka hususlarda anlaşmazlık çıkabilir. Dolayısıyle Cuma namazının tam olarak kılınabilmesi için bu şartın yerine getirilmesi kaçınılmazdır.”8

Dikkat edilirse sultanın şart koşulmasının gerekçesi olarak bir ayet veya hadisten bahsedilmemekte sadece anlaşmazlık çıkmasına mani olmaktan yani maslahattan sözedilmektedir.

Eskiden camilerde görevli imamlar yoktu, namazı cemaetten biri kıldırırdı. Bu sebeple Hanefî mezhebinin görüşünü anlayabilmek için görevli imamların olmadığı bir ortamı düşünmek gerekir.

Caminin görevli imamı olmayınca Cumayı kıldırmak üzere hazırlık yapan bir çok kimse bulunabilir. Bazı mezhep ve tarikatlar kendi hocalarının öne geçmesi için mensuplarının yardımını isteyebilirler. Aynı şeyi, bazı itibarlı kişiler ya da itibar kazanmak isteyen kişiler de yapabilirler. Bu durumda Cuma namazını kılmak için gelen insanların çatışmaya kadar varacak tartışmalara karışabileceğini kolayca anlayabiliriz. Ama bölgenin en yetkili amiri Cuma namazını kıldırır veya bir başkasını bu iş için görevlendirirse buna hiç kimse karşı çıkamaz.

d- Feth’ül-Kadîr

Aslen Sıvaslı olan Kemalüddin b. Hümam’ın (öl.681 h.) el-Hidaye üzerine yaptığı değerli bir haşiyedir. Bu kitabın konuyla ilgili bazı ifadeleri şöyledir:

“Bir şehrin valisi öldüğü zaman ikinci vali göreve başlayıncaya kadar birincinin görevlendirdiği kişi veya emniyet müdürü yahut kadı namazı kıldırır.

Bir kimse şehrin idaresine zorla el koyup hakimiyeti ele geçirerek tam bir vali gibi davranırsa onun bulunmasıyla Cuma kılınabilir. Çünkü böylece sultanlığı gerçekleşmiş ve şart yerine geliş olur.”9

d- İbn Abidîn

‘İbn-i Abidin’ diye şöhret bulmuş olan Muhammed Emîn b. Ömer (ll98-l252 h.) l9. asırda yaşamış Osmanlı alimlerindendir. Asıl adı “Redd’ül-muhtar ale’d-dürr’il-muhtar” olan fakat İbn Abidin ismiyle şöhret bulmuş olan kitabı bugün Hanefi alimlerinin başucu kitabıdır. Bu kitabın konuyla ilgili bazı ifadeleri şöyledir:

” et-Tatarhâniye adlı fetva kitabında, “Cuma namazını kıldıracak imamı görevlendiren sultanın müslüman olması şart değildir.” şeklinde bir fetva yer almaktadır.

“Kafir valilerin yönetimi altında olan beldelerde müslümanların Cuma ve bayram namazlarını kılmaları caizdir.”10

Sultanın şart koşulmasının sebebi bir fitne çıkmadan Cumanın huzur içinde kılınması olduğuna göre Cuma imamını tayin eden makamın müslüman olmasının şart koşulmaması normaldir. Çünkü böyle bir sultanın tayin ettiği imamın görevine de kimse mani olamaz. Böylece Cuma namazı huzur içinde kılınır.

Sultan Kelimesinin Anlamı:

Dikkat edilirse yukarıdaki ifadelerde sultan kelimesi, bir yerin en yetkili amiri anlamında kullanılmıştır. Buna göre bir ilçenin sultanı kaymakam, bir ilin sultanı vali, bir ülkenin sultanı devlet başkanıdır. Devlet başkanları bulundukları şehrin en yetkili kişisi olduklarından başkentte Cuma namazını kıldırma yetkisi onlarındır.

Ömer Nasuhi BİLMEN Büyük İslam İlmihalinde Cumanın edasının şartlarını sayarken sultanla ilgili olarak şu ifadeleri kullanmıştır :

“(1) Cuma namazını veliyyülemrin veya naibinin kıldırmasıdır. Şöyle ki, Cuma namazını ya en büyük veliyyülemr veya onun izniyle diğer bir zat kıldırmalıdır. “11

Veliyyülemr demek, yetkili kişi demektir. En büyük veliyyülemr de en yetkili kişi anlamına gelir. En yetkili durumda olma namaz kılınan yer itibariyledir. Dolayısıyla burada geçen en büyük veliyyülemr devlet başkanı anlamında değildir.

Çocukluğumuzdan beri bize sultan olarak Osmanlı sultanları gösterilmiştir. Onlardan her biri devletin en yetkili kişisi olduğu için Cuma namazını sultanın kıldırması denince hemen padişahın veya günümüzde onun yerine geçen devlet başkanının kıldırması akla gelmektedir. Halbuki Osmanlı Devleti vatandaşları sultan kelimesinin padişah anlamına değil, yetkili kişi anlamına geldiğini biliyorlardı. Osmanlı mahkeme kayıtlarını günümüze aktaran Şer’iyye Sicillerinden bir örnek görelim.

Şehir eşkiyası ile ilgili olarak vatandaşın mahkemeye yaptığı bir şikayet :

“İzzetlû devletlû ve saadetlû Sultanım Hazretleri sağolsun. Bu fakir kulları Hasköy sakinlerinden olub halen karye-i mezbûrede kutta’u't-tarîk zuhur idüb bu fakirlerin hanesini açub emval ve erakım serika itmegin saadetû Sultanımdan reca olunur ki bazı ademlerden şübhem olmağın saadetlû Bostancıbaşı Ağa hazretlerine kitab buyur ve teşrîf-i ihtisab buyurub karye-i mezbûrede olan ademlerden teftîş ve tefahhus eylemede ferman Sultanımındır.

Seyyid Ömer b. İdris”12

Burada “Sultanım” hitabıyla kastolunan mahkemenin hakimidir.

İmamın Durumu

Cuma namazı salih bir imamın arkasında kılınabileceği gibi günahkar imamın arkasında da kılınabilir.

Bir zat Muhammed b. en-Nadr’a gelerek dedi ki, ” Benim komşularım var, kendi arzularına uyarak Cuma namazına gelmiyorlar. (Onlara ne diyebilirim?)

en-Nadr dedi ki, “Baksana, Ebubekr ve Ömer’e karşı gelen kişi hakkında ne dersin ?”

- Kötü adam.

- Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme karşı gelirse ?

- Kafir sayılır.

- Ya yüce Allah’a karşı gelirse ne olur ?

Bir süre kendinden geçti, aklı başına gelince şöyle devam etti:

“Kendinden başka ilah olmayan Allah aşkına siz de ona karşı durun. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Mümin’ler, Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, Allah’ı zikretmeye koşun.” Allah Teâlâ biliyordu ki, Abbasîler yönetimi ele geçireceklerdir. Cuma namazı İslamın açık simgelerindendir. Onu yöneticiler kıldırır, başkaları değil. Bu namazı onların arkalarında kılmamak namazın tamamen kılınmamasına sebep olur. “13

4- Cuma Namazı İslamın Açık Simgelerindendir

Ezan, Cuma ve bayram namazları bir yerde İslamın varlığının açık simgelerindendir. Dar’ül-islam ve Dar’ül-harp bölümünde de görüleceği gibi gayri müslimler tarafından işgal edilmiş bir İslam yurdunda bu üçünün varlığı orada İslamın egemen olmaya devam ettiğinin yani henüz dar’ül-harp haline gelmediğinin açık göstergeleri olarak kabul edilir.

Türkiye’de Cuma namazı kılmayanlar, tamamen kendilerince uydurulmuş bir gerekçenin arkasına sığınmaktadırlar. Onların iddiaları şöyle özetlenebilir :

“Hanefî mezhebine göre Cuma namazını kılmak için gerekli olan şartlar Türkiye’de oluşmamıştır. Cuma namazını ya müslüman devlet başkanı ya da onun görevlendireceği bir kişi kıldırabilir. Türkiye laik bir ülkedir. Burada devlet başkanının Cuma namazını bizzat kıldırması söz konusu değildir. Cuma namazı İslâmî egemenliğin bir simgesidir.Fakat laik yönetim İslam’ın egemen olmasını kabul etmez. Bu sebeple böyle bir yönetimin görevlendireceği imamların arkasında Cuma namazı kılınmaz.”

Bu gerekçeyi kabul edecek her hangi bir fakih bulmak mümkün değildir. Yukarıdaki ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, Cuma namazı bir ibadettir. Bu ibadetin yapılmasının bölgenin en yetkili amiri ile alakası kendi özelliğinden kaynaklanmaktadır. Bir araya gelmiş olan topluluklar kolayca tahrik edilebilir, kolayca bir fitne çıkabilir. Otoritenin müdahalesi sadece bu fitnenin çıkmasını engellemek içindir.

Türkiye’deki bütün camilerde görevli imamlar bulunmaktadır. Burada hiç kimse çıkıp da imamın görevine müdahale etme cesaretini gösteremez. Çünkü görevli bir memurun görevini yapmasına engel olmaya kalkışmak kanunlar nazarında suç sayılır. Çünkü Türk Ceza Kanununun 254. maddesinin 3. fıkrasına göre “Her kim, devlet memurlarından birinin vazife gördüğü yeri her ne suretle olursa olsun kısmen veya tamamen işgal ederek, vazifesine müteallik bir işin yapılmasına mani olursa altı aydan üç seneye kadar hapis cezasıyla cezalandırılır…”

Cuma namazını kılmak için gelen kişiler laik yönetime itaati caiz görmeyebilirler. Ancak bir devlet memuru sayılan imamın görevine mani olmaya kalkışmanın cezalandırılması gereken bir davranış olması sebebiyle bu gibi kimseler, camide bir kargaşa çıkmasına yol açamayacaklarından Cuma namazı huzur içinde kılınacaktır. el-Bedai’de bu hususla ilgili şu ifadeler geçmişti:

“Bu görev valiye bırakılmıştır ki, Cumayı ya kendi kıldırsın ya da bu iş için yetkili gördüğü bir kimseyi tayin etsin. Bu durumda ya valinin emrine uymayı vacip gördüklerinden veya cezalandırılma korkusundan dolayı bazı kimseler imam olmak için niza çıkarmaktan kaçınırlar.”

Zaten kafir bir yönetim altında Cuma ve bayram namazlarının kılınacağı kitaplarımızda açıkça ifade edilmiştir:

“Kafir valilerin yönetimi altındaki beldelerde müslümanların Cuma ve bayram namazlarını kılmaları caizdir.”14

“Cuma namazını kıldıracak imamı görevlendiren sultanın müslüman olması şart değildir.”15

Kötü niyetli kişilere hangi söz söylenirse söylensin bildiklerini okumaya devam edeceklerinde şüphe yoktur. Allah Tealâ onları hakkı gösterirse o başka. Ümit ederiz ki, Allah’ın emrine uymaktan başka gayesi olmayan, ama yanlış bilgilendirdiği için Cuma namazı kılmayan kardeşlerimiz bu yazıyı okuduktan sonra tövbe eder ve Cuma namazını kılmaya başlarlar.

Maliki Mezhebi

Bir yerde ilk defa Cuma namazı kılınacaksa İmamdan (oranın en yetkili amirinden ) izin almak müstahabtır. İzin istendiği halde vermezse bakılır, eğer ona karşı kendilerini güvende hissediyorlarsa cemaatin Cuma namazını kılmaları farzdır. Eğer güvende hissetmiyorlarsa Cuma kifayet etmez. Çünkü bu husus bir ictihad konusudur. Eğer sultan bu konudaki ictihadlardan birini tercih ederse ona karşı çıkılmaz. Bu, alimlerin ihtilaf ettiği konularda hakimin verdiği hükme benzer. Tercih edilen görüş geçerlidir, reddedilmez. Çünkü sultanın emrinden çıkmak sıkıntı ve fitne sebebidir. Böyle bir şey yapmak helal olmaz.

İmam Malik şöyle demiştir : “Allah’ın yer yüzünde bir kısım farzları vardır, orda bir valinin olması veya olmaması bu farzları bozmaz. ” İmam Malik bu veya bu mealde bir sözü söylerken Cuma namazını kastediyordu.

İmam Malik’in konuyla ilgili görüşleri şöyledir :

Evleri birbirine bitişik bir köyün valisi (muhtarı) olsa da olmasa da Cuma namazı kılmalarının gerekli olduğu kanaatindeyim.

Cuma namazı kılınan yerler ayarında bir köy veya şehrin valisi yerine vekil bırakmadan ölse ve İmamsız kalsalar bu halk ne yapar diye sorulunca İmam Malik şöyle cevapladı: “Cuma vakti gelince içlerinden birini öne geçirirler, onlara hutbe okur ve Cumayı kıldırır[1].

* Abdulaziz Bayındır, Kur’an Işığında Doğru Bildiğimiz Yanlışlar, Süleymaniye Vakfı Yayınları, 2. Bs., İstanbul, 2007, s: 185-194.

1-Sünen-i İbn Mâce, c.I,s. 343, İstanbul l98l.)

2 -Kemalüddin b. Hümâm, Feth’ül-Kadîr, Mısır l3l5.c. I, s. 412.

3 – Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye Kamusu, İst.l967, c.I,s. 26.

4 – Ömer Nasuhi BİLMEN, a.g.e. c.I,s.199-200.

5 – İmam Muhammed’in altı kitabı şunlardır : 1- el-Asl ( diğer adı al-Mebsût) 2- Ez-Ziyâdât, 3- El-Camiu’s-sağîr, 4- el- Cami’ul-kebîr, 5- Es-Siyer’üs-sağîr, 6- Es-Siyer’ül-kebîr.

6 – Şemsüddin es-serahsî, el-Mebsût, Mısır l324, II,24.

7 – Alaüddin el-Kâsânî, el- Bedâi’üs-Sanâi, Beyrut l394- l974, c.I, s. 261-262.

8 – Burhaneddin Ali b. Ebîbekr el-Merğinânî, (öl.593 h.) el-Hidâye, c.I,s. 412, Feth’ül-kadîr ile birlikte.

9 – Kemalüddin b. Hümâm, Feth’ül-Kadîr, c. I, s. 412.

10 -İbn Abidîn, Haşiyetü redd’il-muhtar ale’d-dürr’il-muhtar, K.Kaza, Matbaa-i âmire , c.IV,s.427.

11 – Ömer Nasuhi BİLMEN, Büyük İslam İlmihali , İstanbul l962,s.210.

12 – Hasköy Mahkemesi l9/ nolu sicil, s. 39; İstanbul Müftülüğü Şer’iye Sicilleri Arşivi

13 -İbn Kudame, el-Muğnî , Beyrut l404/l984, c.II, s. 27.

14 – İbn Abidin, a.g.e. c. IV, s. 427, K. Kaza.

15 – İbn Abidin, a.g.e. c. IV, s.427, K. Kaza.

[1]- İmam malik, el-Müdevvene, c. I, s. l52-l53.

Kadın Erkek Tokalaşması

Kadın Erkek Tokalaşması

Kadın Erkek Tokalaşması Haram mıdır?

İslâm Dini’nin ana kaynakları Kur’ân-ı Kerim’dir ve de O’nun açıklaması ve uygulaması niteliğindeki Muhammedî Sünnet’tir.

Bir sözü, davranışı ve işi haramlıkla vasıflandırabilmek için haram hükmünün doğrudan bu iki kaynağa veya bu iki kaynaktan birine dayanması gerekir.

Yüce Rabbimiz Kur’ânımızın İsra sûresinin 32. âyetinde şöyle buyurmaktadır:

“Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, apaçık bir çirkinliktir ve kötü bir yoldur.”

Bu âyet zinayı yasaklamanın yanı sıra zinaya yaklaştırıcı eylemleri de yasaklamaktadır.

Sevgili Peygamberimizin ilgili sözlerinden hareketle zinaya yaklaştırıcı eylemleri çıplaklık, aralarında mahremiyet bağı bulunmayan kadınla erkeğin gözlerden ırak beraberliği, iradeli ve arzulu bakış ve bedenî temas olarak özetleyebiliriz.

Bedenî temasın bir şekli de tokalaşmadır. İslâm literatüründe müsâfaha olarak isimlendirilen tokalaşmanın yükümlülük yönünden Mubah, Sünnet ve Haram türleri vardır.

Kur’ân-ı Kerîm’de tokalaşma, mübâya’a masdarından fiil ve emir kipleriyle fakat çağrışımı yapılan soyut tokalaşma manasında değil, siyasî otoriteye bağlılık anlamında kullanılmaktadır.1 Bu sebeple açıklamalarımızı sözlü ve fiilî sünnet merkezli olarak yapacağız.

a- Müslüman erkeklerin ve kadınların karşılaştıklarında erkek erkeğe ve kadın kadına tokalaşmaları yükümlülük bakımından Sünnet’tir. Bir diğer anlatımla Hz. Peygamberin uygulamasını izlemektir. Bu konuda İslâm bilginlerinin görüş birliği vardır. Çünkü Peygamberimiz bizzat kendileri tokalaşmışlar, tokalaşmaya yönlendirici buyruklarında da şöyle buyurmuşlardır:

“Allah, karşılaştıklarında müsafaha eden (tokalaşan) iki müslümanı birbirlerinden ayrılmadan mutlaka bağışlar.”2

Şanlı Peygamberimiz tokalaşmanın bağışlatıcılığı yanı sıra taraflar arasında oluşan kin gibi yıkıcı duyguları eriteceğine de işaret etmişlerdir.

b- Mahremiyet (evlenme yasaklığı) ve nikâh bağı ile ilişkili bulunan kadın erkek arasında tokalaşma da meşrû ve Sünnet nitelikli uygulamadır.

c- Aralarında mahremiyet ve nikâh bağı bulunmayan genç erkeklerle yaşlı kadınlar ve genç kadınlarla yaşlı erkekler arasında tokalaşma ise ahlâkî sakıncalardan beri olacağı için mubahdır – caizdir; yapılması sakıncasız işlemdir. Aynı şekilde aktif cinsel duyguları sönmüş yaşlılar arasındaki tokalaşmalar da mubahtır. Mubahlığından ötürüdür ki bu tür uygulamalar Hz. Ebû Bekir ve Abdullah b. Zübeyr gibi sahâbilerin hayatında da görülmektedir.3

d- Birbirleriyle evlenebilir konumda olan, bir diğer anlatımla aralarında mahremiyet ve nikâh bağı bulunmayan kadınla erkek arasındaki tokalaşma ise amacına göre farklı hükümleri içermektedir.

1- Anılan kadınlarla erkekler arasındaki cinsel arzulu tokalaşma -doğrusunu Allah bilir, Kur’ân yanısıra Nebevî Sünnetle de irtibatlandırılabilir- haramdır. Çünkü Peygamberimiz, cinsel arzulu tokalaşmaları, cinsel organ zinasına yaklaştırıcı elin zinası olarak niteler. Bu tür nitelemenin yasağı da kapsayacağı açıktır.- Salât ve Selâm üzerine olsun- O, ilgili hadislerinde söyle buyurur:

“Şüphesiz Allah, Âdemoğlunu zinaya eğilimli olarak yaratmıştır. Hiç şüphesiz bu eğilim onu kuşatacaktır. Gözlerin zinası bakış, kulakların zinası dinlemek, dilin zinası sözdür. Eller zina eder, ellerin zinası yapışıp tutmaktır. Ayaklar da zina eder, onların zinası yürümektir. Ağız da zina eder, onun zinası da öpmektir. Nefis umar ve ister, cinsel organ ise zina arzusunu gerçekleştirir veya sonuçsuz bırakır.”4

Elin zinası olarak vasıflandırılan tutuşun – tokalaşmanın İslâm bilginlerinin anlayışları çizgisinde tarafımızdan cinsel amaçlı ve nitelikli tutuş – tokalaşma olarak değerlendirilmesi, ilgili hadislerde örneğin bakmanın ve dinlemenin cinsel nitelikli olan ve olmayan şeklinde ayrılmasından açıkça anlaşılmaktadır.

Zira gözün zinası olarak açıkladığı bakışın Peygamberimiz tarafından bütün bakışları değil, iradeli ve amaçlı bakışları içerdiğinin duyurulması bunun kanıtıdır.5 Kur’ân-ı Kerîm’de mümin erkeklere ve kadınlara verilen gözlerin bakışlarının bir kısmından korunulması ile ilgili ilâhî emirler de aynı ayırımı yapmaktadır.6

Kulakların zinasının dinlemek olduğunu duyuran güzellikler örneği Peygamberimizin düğünler ve bayramlar gibi özel günlerde huzurunda icra edilen şarkıların – tarihî olayları anıcı ezgilerin dinlenilmesine onay vermesi de dinlemeyi helâl ve haram kısımlarına ayırdığını göstermektedir.7 Kaldı ki Peygamberimizin elin zinasının tutmak olduğunu bildiren hadislerinde kullandığı el-Betş kelimesi de tabii tutuşu değil yapışıcı, arzulu, kavrayıcı tutuşu ifade etmektedir.8

“Mahremiyet ve evlilik bağı olmaksızın bir kadının eli içine dokunan kişinin Kıyamet Günü’nde eline ateşten kor konulur.” Anlamındaki kendisiyle istidlâl edilemez “ğarib” hadisin, “terhib; korkutma” için kullanımı kabul edilse bile yapılan açıklamalar ışığında ancak cinsel amaçlı tutuşla ilgili uyarı olarak değerlendirilebileceği açıktır. (Nasbu’r-Raye 4/240)

Burada değinilmesi gereken bir husus da elin zinasının Kur’ânın yasakladığı Fehşa (çirkinlik) kapsamında değerlendirilebileceği gerçeğidir.

2- Aralarında mahremiyet ve nikâh bağı bulunmayan erkekle kadının cinsel haz amacı gütmeyen tokalaşmaları ise iki şekilde değerlendirilmektedir.

a) İslâm bilginlerinin bir bölümü, cinsel haz gayesi gütmeyen tokalaşmaların cinsel telezzüz amaçlı tokalaşmalar gibi haram olduğu görüşündedirler. Onlar bu görüşlerinde Sevgili Peygamberimizin Kur’ânî emir gereği kadınlarla biatlaşırken erkeklerle tokalaştığı gibi kadınlarla tokalaşmayıp sözlü olarak biatlaştığını açıklayan hadisten delil getirmektedirler.

Şanlı Peygamberimiz Hz. Muhammet’le biatlaşan Ümeyme bint-i Rukeyke isimli kadın şöyle anlatıyor:

Bir kadın topluluğu ile birlilikte biatlaşmak üzere Hz. Peygambere geldim… Elinizi uzatınız da size biat edelim, dedik. Şöyle buyurdular:

- Ben kadınlarla tek tek tokalaşarak biatlaşmıyorum. Yüz kadına söylediğim söz bir kadına söylediğim; bir kadına söylediğim söz de yüz kadına söylediğim söz gibidir.”9

Yukarıda sunulan ve kendisiyle istidlal edilen hadis yanı sıra saygı değer eşleri Hz. Âişe annemizin, O’nun biatlaşma sırasında hiçbir kadınla tokalaşmadığını açıklayan sözleri de haramlılık delili olarak algılanamaz…. Zira emredici veya yasaklayıcı bağımsız buyrukları ile pekiştirmedikçe Peygamberimizin uygulamaları bağlayıcı hükümler oluşturmaz, yalnızca geçici tercihlerini yansıtır. Nitekim Peygamberimizin bizzat yapmadıkları bazı işlerin yapılmasını onayladıkları bilinmektedir. Örneğin O, “Benim eğlence ile eğlencenin benimle ne ilişkisi olabilir.”10 buyurdukları halde düğünlerde ve bayram günlerinde huzurunda şarkılar söylenilmesini onaylamıştır. Kendisine ikram edilen keleri yememiş, ama yenilmesini tasvip buyurmuştur.11

Kaldı ki kadınlarla biatlaşması için Peygamberimize verilen Kur’ânî emir mubâya’a mastarından emir kipidir ki Kurânın işaret ettiği üzere sözlü biatlaşmayı değil tokalaşma şeklindeki biatlaşmayı çağrıştırmaktadır. Üstelik Peygamberimiz Ebû Sufyan’ın karısı Hint’le tokalaşarak biatlaşmıştır. Kendisine vekil kıldığı Ömer b. Hattab da (onun huzurunda) kadınlardan tokalaşma yoluyla biat almıştır. Böyle olmakla beraber Peygamberimiz, kadınlarla sözlü biatlaşma dâhil bez üzerinden müsafaha ve bir kap suya birlikte el sokma şeklinde farklı uygulamalarda bulunmuş, tokalaşmanın tek yöntem olmadığını, yöntemlerin çeşitlendirilebileceğini belirtmiştir. Üstelik o erkeklerle tek tek biatlaştığı gibi topluca da biatlaşmıştır. Biatlaşma Peygamberimizden sonra daha da çeşitlenerek sözlüden yazılıya doğru gelişim göstermiştir.12

b) İslam bilginlerinin bir bölümü de aralarında mahremiyet ve evlilik bağı bulunmayan karşı cinsler arasındaki cinsel haz amacı gütmeyen tokalaşmaların temelde helâl olduğu görüşündedirler. Bir önceki maddede özetlenen açıklamalar ışığında bizim katıldığımız görüş de budur.

Cinsel haz amacı gütmese de asırlardır İslâm dünyasında sürdürülen ve kutsal kültürümüzün alâmet-i fârikası olmuş kadın erkek tokalaşmasını dışlayan uygulama onun haramlığına değil, bu konuda sedd-i zerâi’ yönteminin uygulanması gereğine inanılmasından kaynaklanmış olsa gerektir ki bu anlayış doğrudur.

Bilinmesi gerektiği gibi temelde mubah – helâl olduğu halde harama sebebiyet verebilecek işlerden kaçınılması Kur’ânî usuldür.13 Bu usûle İslâm Hukuku’nda vesîlelerin önlenmesi anlamına Sedd-i Zerâi’ denilmektedir.

Cinsel amaç gütmese de tokalaşma her an cinsel nitelikli fitneye düşürebileceği için Sedd-i Zerâi’in işletilmesi gerekir. Zira harama yaklaştırıcı davranışlar ve işlerden kaçınılması ve şüphelilerden sakınılması Peygamberimizin de öğüdüdür.14

İslâm’ın, müslümanların yalnızca kültürel, ekonomik ve siyasal iktidarları dönemlerinde değil temel hak ve özgürlüklerinin çiğnenip kısıtlanacağı dönemlerde ve de müslümanlarla İslâm dışı toplulukların iç içe yaşayacağı toplumlarda da yaşanacağı düşünülürse, Kur’ân’a ve Peygamberimize aidiyeti ve anlamı üzerinde ittifak edilmiş Kur’ân bağlantılı Sünnet deliline dayanmadıkça her hangi bir sözü, davranışı ve işi haramlıkla vasıflandırmak İslâm’a bağlılık adına İslâm’la çatışmaktır.

Üzülerek ifade etmek isteriz ki bu gibi helâli haramlaştırma veya farklı görüşleri bilmeksizin ve önemsemeksizin herhangi bir ictihadı İslâm’la özleştirmek gibi hatalar çokça yapılmaktadır. Oysaki Kur’ân bu nevi hataları ağır bir dille haram kılmaktadır.15

Sonuç olarak deriz ki tokalaşma sünnettir. Aralarında mahremiyet ve nikâh bağı bulunmayan kadınla erkeğin cinsel haz amaçlı tokalaşması haramdır. – Doğrusunu Allah bilir- abdesti de bozabilir. Çünkü onların her biri, birbirlerine ulaşamayacak kadar yüce, dokunamayacak kadar kutsaldır. Ancak cinsel amaçlı da olsa tokalaşma müfessir sahâbi İbn-i Abbas’a göre, büyük günahlar ve açık çirkinliklerden kaçınıldıkça bağışlanacak “Lemem” benzeri küçük günahlardandır.16 Kur’ân ve Sünnet’in bu anlayışı doğruladığı da bir gerçektir.17

Cinsel amaç gütmeyen tokalaşma ise temelde helâldir, abdesti de bozmaz.18 Fakat harama yol açabileceği için mücbir bir sebep olmadıkça sakınılmalıdır. Özellikle kadınlarımız ileri derecede kaçınıcı bir duyarlılık göstermelidir. Ancak nefislerine güven duyan veya yaşadıkları seküler toplumda, takdir haklarını kullanarak içinde bulundukları durumu, tokalaşmayı gerektirici; koruyucu veya manevi yarar sağlayıcı bir neden olarak değerlendiren mümin kadınlar ve erkekler ise İslâm adına asla yerilmemelidir.

Hiç şüphesiz huzurunda sorgulanarak niyetlerimize ve amellerimize göre yargılanacağımız otorite yalnızca Allah’tır.

Ali Rıza DEMİRCAN

KAYNAK: Ali Rıza Demircan, Cuma Mesajları, Haklar-Hürriyetler-Vazifeler, Beyan Yayınları, İstanbul, 2008, s: 570-575.

1. Fetih 10; Mümtahine 12. [↩]
2. Aynî, Umdetu’l-Kârî, 22/252. [↩]
3. Şerhu Fethi’l-Kadîr, K. Kerahiyeti F. Fil-… Lemsi 8/98; Vehbe Zuhayli, İslam Fıkhı Ansiklopedisi 4/ 371, Cevheretü’n-Neyyire 2/363, Fetavay-i Hindiye (tercümesi) 12/39. [↩]
4. Ebu Davud, Nikah 44; Buhari, İsti’zan 12. [↩]
5. Ebu Davud, Nikah 44; Aynî 22/240. [↩]
6. Mu’minun 30-31. [↩]
7. Buhari, Îdeyn 2. [↩]
8. Ragıb el-İsfehani, el-Müfredat, Betaşe maddesi. [↩]
9. Nesai, 7/149; İslam Fıkhı Ans. 4/370. [↩]
10. Nihâye, 2/109. [↩]
11. Buhari, Zebâih 33. [↩]
12. Müsned, 5/85, 6/409; Kurtubi Mümtahine 12; İbn Kesir, Mümtahine 12; Kettani, et-Terâtibu’l-İdariyye, İz Yayınları, 1/295; Diyanet İslam Ansiklopedisi, 6/121…, Buhari, Ahkam 43. [↩]
13. En’âm 108. [↩]
14. Buhari, İman 39; Tirmizi, Kıyamet 10. [↩]
15. Yunus 59; Nahl 116; Şûrâ 21. [↩]
16. Buhari, İsti’zan, Bâb: Zine’l-Cevârih…, Ayni, 22/238; İbn Kesir, Necm 32. [↩]
17. Kaynak tefsirlerden şu ayetlerin tefsirine bak: Necm 32; Nisa 31; Hud 114; Ankebut 7. [↩]
18. Farklı görüşler için bkz: Kurtubi, Nisa 43, 5/223. [↩]

Samstag, 27. März 2010

Freitag, 26. März 2010

Hadisi Serif

Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her

hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir

özellik sadece müminde vardır: sevinecek olsa,

şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir bela

gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.

Müslim zühd 64

Donnerstag, 25. März 2010

Hadisi Serif

Başkalarına zarar vermek ve zarara zararla karşılık

vermek yoktur.

İbn mace ahkam 17, muvatta akdıye 31

Çanakkale Anısına

Cümle alem bilsin bunu
Her yer bize Çanakkale
Gelmişti milletin sonu
Her yer bize Çanakkale

Vatan Bayrak Namus bize
Getirdik düşmanı dize
Görev verdik geline kıza
Her yer bize Çanakkale

Resul bize yardım etti
Nice evlat şehit gitti
Düşman senin işin bitti
Her yer bize Çanakkale

Anadolu şaha kalktı
Irmaklar hep kan aktı
Biz vurdukça düşman baktı
Her yer bize Çanakkale

Orada kurtardık yurdu
Nice askeri denize sürdü
Şehit oldu lazı, kürdü
Her yer bize Çanakkale

Daha küçüktü yaşları
Anası boyamış saçları
Bize yetmedi güçleri
Her yer bize Çanakkale

Akpınar’ım yetti artık
Çanakkale bitti artık
Kahpe düşman gitti artık
Her yer bize Çanakkale

Salavati Serif

Salavat-ı Şerifeler ve Dualar

70 bin salavat kuvvetinde salavat

Allahümme salli ve sellim ve barik ala seyyidina muhammedin ve ala alihi adede kema-lillahi ve kema yeligu bikemalih

Tesiri 100 bin salavata denk salavat

Allahümme salli ve sellim ve barik ala seyyidina muhammedin innurizzatiyyi ves sirris sari fi sairil esmai ves sıfat

120 bin salavat kuvvetinde salavat

Allahümme salli ve sellim ve barik ala seyyidina muhammedinil fatihi lima uğlika vel hatimi lima sebeka ven nasırıl hakki bil hakkı vel hadi ila sıratikel müstekıymi sallellahü aleyhi ve ala alihi ve eshabihi hakka kadrihi ve miktarihil aziym

Hadisi Serif

Allah sizden birinizin yaptığı işi, ameli ve görevi

sağlam ve iyi yapmasından hoşnud olur.

Taberani el-mucemül evsat 1/275; beyhaki şu’abül-iman

4/334

Hadisi Serif

Kendisini ilgilendirmeyen şeyi terk etmesi kişinin iyi

Müslüman oluşundandır.

Tirmizi zühd 11, ibn mace fiten 12

Yemekte miyiz?

Yemekte miyiz?
Hatır için çiğ tavuk yiyen bir milletin evlatları, hiç ev sahibine “yemekleri senin yaptığına inanmıyorum” ya da “bardakların hijyenik değil” yahut “etin sunumunu başarısız buldum” der mi? Ayıp yahu! Biz, beğensek de beğenmesek de efendi efendi yemeğimizi yer, hazırlayana eline sağlık der, teşekkür eder, “elhamdülillah”la sofradan kalkarız.

Televizyon tarihimizin balık hafızalı sayfaları arasına yeni bir köksüzlük örneği daha eklendi. Ama itiraf edelim ki, bu kadarını biz bulamazdık, bu kadarına elimiz ermez, bu kadarını yüreğimiz kaldırmazdı. Evimizin içinde şimdilerde elini kolunu sallaya sallaya dolaşan bu ecnebi formatlı program, Amerika, Fransa, Danimarka gibi birçok ülkede reyting rekorları kırınca bizim kanallardan biri, heyecanla bir koşuda gitti, programı aldı getirdi. Programın hedef kitlesi daha ziyade kadınlar. Bu programı izleyenler hem yarışma heyecanını yaşayacak hem farklı yemekler yapmayı öğrenecek hem de misafir ağırlama bilgi görgü ve beceresi edineceklerdi. Kulağa ne hoş geliyor öyle değil mi? İşte sırf kulağa bile hoş gelmesin diye, bana zül gelse de, bilmeyenler için bu programın ne menem bir şey olduğunu özetleyeyim:

Daha tadına bakmadan çorbaya berbat diyor

Bu bir yemek yapma ve misafir ağırlama yarışması. Her hafta 5 kişi yarışıyor ve sırayla biri ev sahibi olup, diğer 4 kişiyi evinde akşam yemeğinde ağırlıyor. (Ağırlıyor kelimesinin burada ne kadar ağırlaştığını ve yakışıksız olduğunu ilerleyen satırlarda siz de fark edeceksiniz.) Ev sahibi olacak yarışmacı, bütün gün boyunca bir kameramanla birlikte alışveriş yapıyor, insanı bunalıma sokan bir hızlandırılmış çekimle bütün yemekleri 10 dakikada hazır hale getiriyor. Sonra misafirler yani yarışmacılar geliyor ve yemek başlıyor. Sadece ev sahibini, masa düzenini ve yemekleri eleştirmeye ve önüne ne konsa beğenmemeye programlanmış misafirler, daha tadına bakmadan çorbaya berbat, salataya basit, ete fazla alaturka, pilava lapa demek suretiyle yemeklerini yiyorlar.

Misafir ev sahibine “yemekleri senin yaptığına inanmıyorum” der mi?

Bu, olabildiğince kabalık yapmak ve hiçbir yemeği beğenmeyerek puan, dolayısıyla para kazanmak mantığıyla kurgulanmış programı madem ithal ettiniz, orijinal ve izlenebilir buldunuz, bari formata biraz çekidüzen verin, azıcık millileştirin değil mi? Hatır için çiğ tavuk yiyen bir milletin evlatları, hiç ev sahibine “yemekleri senin yaptığına inanmıyorum” ya da “bardakların hijyenik değil” yahut “etin sunumunu başarısız buldum” der mi? Ayıp yahu! Biz, beğensek de beğenmesek de efendi efendi yemeğimizi yer, hazırlayana eline sağlık der, teşekkür eder, “elhamdülillah”la sofradan kalkarız.

Sonra, sanki milletçe gurme olmuşuz kaşla göz arasında. Misafirlerden biri, ev sahibi mutfağa gitmek için daha arkasını döner dönmez, ara soğukların menü için çok uygunsuz olduğunu söylüyor, diğerleri de onaylıyor. Bir diğeri iki sıcak yemek var ama tek çatalla servis yapmışsınız diye eleştirirken, öteki karides güvecin soya sosunun başarısız olduğunu iddia ediyor.

Tamam, siz yine yemeği mutlaka sağdan servis edin, en az dört çatalla yiyin, bütün sosları birbirine karıştırmayı görev addedin. Ama kendinize, karşınızdakine ve nimete de biraz saygı gösterin. Bu görgülü(!) yarışmacılardan biri az sonra, beğenmediği lokmayı ağzından çıkartıp “iğrenç” diyor. Julyen usulü doğranmamış zavallı sebzelerle beşamel sosların kavgası sürerken şöyle bir konuşma geçiyor misafir ve ev sahibi arasında: “Bu meyve tabağından kedi kılı çıktı!” “Ama evde kedi besliyoruz, ne yapabilirim?”

Seçilen yemekler de bizden değil

En az program içeriği ve yarışmacılar kadar, seçilen yemekler de bizden değil. Hiç kimse evine ilk kez çağırdığı insanlara yengeç, midye tava ya da karides ikram etmez değil mi? Sonra bizde yemeğe salatayla başlanmaz. Yemekte gösteriş yapılmaz. Tatsız ve kötü şeyler konuşulmaz. Akşama kadar uğraşıp önüne yemek koymuş birine karşı nezaket gösterilir, teveccüh edilir. Misafire hürmet, ev sahibine dua edilir.

Hiç başkası için biçilmiş bir elbise bizim üstümüze olur mu? Olmaz. Olsa da uymaz. Yakışmaz. Bir miktar para ödülüne sahip olmak için, muhataplarının arkasından konuşan, yüzüne karşı kabalık yapan, teşekkür etmeyi bilmeyen, Türk geleneklerinden bihaber olan, dini öğretileri yok sayan bir yeme içme kültürüne “görgü” diyen insanlar bu toplumu temsil edemez. Her hafta değişen 5 kişinin davranış biçimi ve kültürü üzerinden genelleme yapılamaz. Bize bu ve benzeri programlarla dayatılmaya çalışılan egemen ve popüler kültür, yeme-içme davranışı, sofra adabı, misafir olma ve misafir etme ahlakıyla örtüşmez, dahası onun yanından bile geçmez.

Görgü dediğimiz, adab-ı muaşeret dairesinde değerlendirdiğimiz şey, toplum, fert, mekânlar, zamanlar, akıl, eğitim ve din gibi mefhumlardan bağımsız değildir. Görgü, medeni ve ahlaki davranış biçimlerinin bütünüdür. Görgü ve nezaket kuralları toplumun dününü ve bugününü dengeler, terbiye, nezaket, incelik gibi kavramları muhafaza eder.

Yine aç kaldınız…

Çatalı tabağın neresine koyarsanız koyun, biliriz ki yemek sağ elle yenir. Yemeğe besmele ile başlanır, yemek adabınca yenir ve şükürle bitirilir. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) yemek esnasında ve misafirlikte ne kadar nazik olduğunu, davete icabet ettiğini, yemekler arasında ayrım yapmadığını, izin almaksızın sofradan kalkmadığını bilmeyen ve dikkate almayan bir görgü tanımı bizi karşılamaz. Din ve medeniyetten uzak olarak belirlenmiş görgü kuralları, fert ve toplumun karakter disiplinini ve ahlakını beslemez. Bu durumda biz de size hiç puan vermeyiz. Gördünüz mü, yine aç kaldınız...

Gülümseyen Günese Aldanmayin!

GÜLÜMSEYEN GÜNEŞE ALDANMAYIN!
Soğuk kış günlerinin ardından içimizi kıpır kıpır eden güneşin gülümseyen yüzüne aldanmayın. Her mevsim dönüşümünde olduğu gibi, bahara girerken de psikolojik ve fizyolojik yapımızda bir takım değişiklikler meydana gelir. Hava sıcaklığına göre kendini ayarlayan metabolizma, bir sonraki mevsim şartlarına uyum sağlamaya çalışır. Kış aylarının soğuk günlerinden yaz aylarının sıcak günlerine geçiş mevsimi olan ilkbaharda da durum böyledir. Tabiatla birlikte vücutta da bir takım kimyasal değişiklikler meydana gelir. İşte baharın bedenimize yansımaları…

1-Metabolizmanın hızını etkileyen hormonların salgılanması artar. Tiroit bezini direkt etkileyen TSH hormonun fazlalaşması sonucu fiziksel olarak metabolizma hızlanır.
2-Tiroit bezinin işlevinin artması, dolaylı olarak diğer endokrin bezlerinide etkiler. Böbrek üstü bezlerinden salgılanan adrenalin miktarında meydana gelen artış sonucu olaylara karşı verilen tepkilerde değişiklikler olur. Bazı hastalıklarda artış gözlenir.
3-Kış aylarında soğuğun etkisiyle metabolizma işleyişinin yavaşlamasıyla vücudumuzda bazı hormonlar daha az salgılanır. “Hipotalamus” adı verilen, beynimizde vücudun ısı ayarlamasını yapan bir merkez vardır. Havanın ısınmasını algılayan bu merkez, hormonların salgılanmasını artırıcı sinyaller verir.
4-Isının yükselmesiyle vücut ısısını dışarıya uydurmaya çalışan hipotalamus, hormonların salgılanmasını artırarak, kan dolaşımını hızlandırır. Ve kalp daha hızlı çarpmaya başlar. Bu düzen değişikliği vücudun yorulmasına neden olur, baş ağrıları artar.
5-Kalp, dengeyi sağlamak için kısa bir süre sonra çarpıntı hissi verir. Daha sonra normale döner. Ancak hipertansiyonu olanlar için, dikkat edilmesi gereken bir durumdur.
6-Hava sıcaklığında meydana gelen ani değişiklikler sonucu bahar nezlesine sık rastlanır.
7-Havanın nemi ve ısının değişimi, romatizmal hastalıkları tetikler.
8-Metabolizmanın hızlanmasıyla artan mide salgıları, gastrit ve ülser gibi mide rahatsızlıklarına yol açabilir.
9-Vücudumuzda gerçekleşen fizyolojik değişikliklerden psikolojimiz de etkilenir. Bu etki daha çok hayata pozitif bakma ve mutlu hissetme şeklinde olur.
10• Baharın gelmesi alerjik bünyeye sahip olanlar açısından endişe verici olabilir. Alerji yapan faktörler arttığı için bu kişilerin daha tedbirli olması gerekir.

ALINMASI GEREKEN TEDBİRLER

HAVA DEĞİŞİMİNE HAZIRLIKLI OLUN

Baharda havaların bir güneşli, bir yağmurlu olması dolayısıyla vücut ısısını korumak için tedbirli davranın. Kıyafetlerinize dikkat edin.

ERKEN KALKIN

Erken kalkıp, güneşi yakalarsanız, metabolizmadaki değişimin kısa sürede tamamlanmasını sağlarsınız. Erken kalktığınız takdirde, kendinizi daha iyi hissedersiniz.

SPOR YAPIN

Havanın değişimine uyum sağlamaya çalışan vücudunuzda enerjinin iyi bir şekilde kullanılmasını sağlamak için spor yapmanız faydalı olacaktır. Özellikle güne sporla başlamanız psikolojik ve fizyolojik olarak daha rahat hissetmenizi sağlayacaktır.

GIDANIZA İTİNA GÖSTERİN

C vitamini başta olmak üzere, A, B, D, E, K vitaminleri alın. Bol bol taze sebze ve
meyve yiyin.

GÜNEŞİ DEĞERLENDİRİN

Kışa özgün isteksizlik, yorgunluk gibi depresif duyguların en büyük sebebi kasvetli ve güneşsiz havalardır. Güneşli günlerle birlikte melatonin ve seratonin hormonu salgı düzeyinde artış olur. Böylece kendimizi daha iyi, neşeli ve mutlu hissederiz. Bu nedenle depresyonun tedavisi için güneşli günlerin değerlendirilmesi gerekir.

ALERJİ TESTİ YAPTIRIN

Alerjik bir bünyeye sahipseniz, öncelikle neye karşı alerjiniz olduğunu saptamanız çok önemli. Uzman doktor gözetiminde yapılan testler sayesinde bunu öğrenebilirsiniz.
Çiçeklerin ve çimenlerin bulunduğu ortamlardan uzak durmaya çalışın. Özellikle sabah ve akşam saatlerinde, pencereleri kapalı tutmaya özen gösterin. ...SEMERKAND AİLE DERGİSİNDEN ALINMIŞTIR...

Hadisi Serif

Saçı başı dağınık eli yüzü tozlu kapılardan koğulmuş

öyleleri vardır ki bu şöyle olacak diye yemin etseler,

Allah onların dediğini yapar.

Müslim birr 138,cennet 48

Hadisi Serif

Eğer siz Allah’a gereği gibi güvenseydiniz Allah

kuşları doyurduğu gibi sizi de rızıklandırırdı. Kuşlar

sabahları kursakları boş olarak çıktıkları halde akşam

dolu kursaklarla dönerler.

Tirmizi zühd 33, ibn mace zühd 14

Hadisi Serif

Müslüman dilinden ve elinden

Müslümanların zarar görmediği kimsedir.

Muhacir ise Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.

Buhari iman 4-5,Müslim iman 64-65

Hadisi Serif

Insanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa,

bir vadi daha ister. Onun ağzını topraktan

başka bir şey doldurmaz. Ama Allah tövbe edenin

tövbesini kabul eder.

Buhari rikak 10, Müslim zekat 116-119

Freitag, 19. März 2010

YUSUF SÜRESI VE MEALİ 6.BÖLÜM

90."Sen gerçekten Yusuf musun, sensin öyle mi?" dediler. "Ben Yusuf'um" dedi. "Ve bu da kardeşimdir. Doğrusu Allah bize lütufta bulundu. Gerçek şu ki, kim sakınır ve sabrederse, şüphesiz Allah, iyilikte bulunanların karşılığını boşa çıkarmaz."

91.Dediler ki: "Allah adına, hayret, Allah seni gerçekten bize karşı tercih edip-seçmiştir ve biz de gerçekten hataya düşenler idik."

92.Dedi ki: "Bugün size karşı sorgulama, kınama yoktur. Sizi Allah bağışlasın. O, merhametlilerin (en) merhametlisidir."

93."Bu gömleğimle gidin de, babamın yüzüne sürün. Gözü (yine) görür hale gelir. Bütün ailenizi de bana getirin."

94.Kafile (Mısır'dan) ayrılmaya başladığı zaman, babaları dedi ki: "Eğer beni bunamış saymıyorsanız, inanın Yusuf'un kokusunu (burnumda tüter) buluyorum."

95. "Allah adına, hayret" dediler. "Sen hala geçmişteki yanlışlığındasın."

96. Müjdeci gelip de onu (gömleği) onun yüzüne sürdüğü zaman, gözü görür olarak (sağlığına) dönüverdi. (Yakub) Dedi ki: "Ben, size bilmediğinizi Allah'tan gerçekten biliyorum demedim mi?"

97.(Çocukları da:) "Ey babamız, bizim için günahlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten hataya düşenler idik" dediler.

98. "İlerde sizin için Rabbimden bağışlanma dilerim. Çünkü O, bağışlayandır, esirgeyendir" dedi.

99.Böylece onlar (gelip) Yusuf'un yanına girdikleri zaman, anne ve babasını bağrına bastı ve dedi ki: "Allah'ın dilemesiyle Mısır'a güvenlik içinde giriniz."

100.Babasını ve annesini tahta çıkarıp oturttu; onun için secdeye kapandılar. Dedi ki: "Ey Babam, bu, daha önceki rüyamın yorumudur. Doğrusu Rabbim onu gerçek kıldı. Bana iyilik etti, çünkü beni zindandan çıkardı. Şeytan benimle kardeşlerimin arasını açtıktan sonra, (O,) çölden sizi getirdi. Şüphesiz benim Rabbim, dilediğini pek ince düzenleyip tedbir edendi. Gerçekten bilen, hüküm ve hikmet sahibi O'dur."

101."Rabbim, Sen bana mülkten (bir pay ve onu yönetme imkanını) verdin, sözlerin yorumundan (bir bilgi) öğrettin. Göklerin ve yerin Yaratıcısı, dünyada ve ahirette benim velim Sensin. Müslüman olarak benim hayatıma son ver ve beni salihlerin arasına kat."

102.Bu, sana (ey Muhammed) vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Yoksa onlar, (Yusuf'un kardeşleri) o hileli-düzeni kurarlarken, yapacakları işe topluca karar verdikleri zaman sen yanlarında değildin.

103.Sen şiddetle arzu etsen bile, insanların çoğu iman edecek değildir.

104.Oysa ki sen buna karşı onlardan bir ücret de istemiyorsun. O, alemler için yalnızca bir 'öğüt ve hatırlatmadır.'

105.Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.

106.Onların çoğu Allah'a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar.

107.Şimdi bunlar, kendilerine Allah'ın azabından kapsamlı bir bürümenin gelivermesinden veya onların hiç haberleri yokken kıyametin onlara apansız gelmesinden kendilerini güvende mi buldular?

108.De ki: "Bu, benim yolumdur. Bir basiret üzere Allah'a davet ederim; ben ve bana uyanlar da. Ve Allah'ı tenzih ederim, ben müşriklerden değilim."

109.Biz senden önce, şehirler halkına kendilerine vahyettiğimiz kimseler dışında (başkalarını elçi olarak) göndermedik. Hiç yeryüzünde dolaşmıyorlar mı, ki kendilerinden öncekilerin nasıl bir sona uğradıklarını görmüş olsunlar? Korkup-sakınanlar için ahiret yurdu elbette daha hayırlıdır. Siz yine de akıl erdirmeyecek misiniz?

110.Öyle ki elçiler, umutlarını kesip de, artık onların gerçekten yalanladıklarını sandıkları bir sırada onlara yardımımız gelmiştir; Biz kimi dilersek o kurtulmuştur. Suçlu-günahkarlar topluluğundan zorlu azabımız kesin olarak geri çevrilmeyecektir.

YUSUF SÜRESI VE MEALİ 5.BÖLÜM

76.Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından önce onların kablarını (yoklamaya) başladı, sonra onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte Biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi başka. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.

77.Dediler ki: "Şayet çalmış bulunuyorsa, bundan önce onun kardeşi de çalmıştı." Yusuf bunu kendi içinde saklı tuttu ve bunu onlara açıklamadı (ve içinden): "Siz daha kötü bir konumdasınız" dedi. "Sizin düzmekte olduklarınızı Allah daha iyi bilir."

78. Dediler ki: "Ey Vezir, gerçek şu ki, bunun yaşlı (ve) büyük bir babası var; onun yerine bizden birisini alıkoy. Doğrusu biz, seni iyilik yapanlardan görmekteyiz."

79. Dedi ki: "Eşyamızı kendisinde bulduğumuzun dışında, birisini alıkoymamızdan Allah'a sığınırız. Yoksa bu durumda kuşkusuz biz zalim oluruz."

80.Ondan umutlarını kestikleri zaman, (durumu) kendi aralarında görüşmek üzere bir yana çekildiler. Onların büyükleri dedi ki: "Babanızın size karşı Allah adına kesin bir söz aldığını ve daha önce Yusuf konusunda yaptığımız aşırılığı (işlediğimiz suçu) bilmiyor musunuz? Artık (bundan böyle) ben, ya babam bana izin verinceye veya Allah bana ilişkin hüküm verinceye kadar (bu) yerden kesin olarak ayrılamam. O, hüküm verenlerin en hayırlısıdır."

81."Dönün babanıza ve deyin ki: '-Ey babamız, senin oğlun gerçekten hırsızlık etti. Biz, bildiğimizden başkasına şahitlik etmedik. Biz gaybın kollayıcıları değiliz."

82. "İçinde (yaşamakta) olduğumuz şehre sor, hem kendisinde geldiğimiz kervana da. Biz gerçekten doğruyu söyleyenleriz."

83.(Şehre dönüp durumu babalarına aktarınca o:) "Hayır" dedi. "Nefsiniz sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Umulur ki Allah (pek yakın bir gelecekte) onların tümünü bana getirir. Çünkü O, bilenin, hüküm ve hikmet sahibi olanın Kendisi'dir."

84.Ve onlardan yüz(ünü) çevirdi ve: "Ey Yusuf'a karşı (artan dayanılmaz) kahrım" dedi ve gözleri üzüntüsünden (ağardıkça) ağardı. Ki yutkundukça yutkunuyordu."

85."Allah adına, hayret" dediler. "Hala Yusuf'u anıp durmaktasın. Sonunda (ya kahrından) hastalanacaksın ya da helake uğrayanlardan olacaksın."

86.Dedi ki: "Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikayet ediyorum. Ben Allah'tan (bir bilgi olarak) sizin bilmediğinizi de biliyorum."

87."Oğullarım, gidin de Yusuf ile kardeşinden (duyarlı bir araştırmayla) bir haber getirin ve Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umut kesmez."

88.Böylece onun (Yusuf'un) huzuruna girdikleri zaman, dediler ki: "Ey Vezir, bize ve ailemize şiddetli bir darlık dokundu; önemi olmayan bir sermaye ile geldik. Bize artık (yine) ölçeği tam olarak ver ve bize ilave bir bağışta bulun. Şüphesiz Allah, tasaddukta bulunanlara karşılığını verir."

89.(Yusuf) Dedi ki: "Sizler, cahiller iken Yusuf'a ve kardeşine neler yaptığınızı biliyor musunuz?"

YUSUF SÜRESİ VE MEALİ 4.BÖLÜM

46.(Zindana gidip:) "Yusuf, ey doğru (sözlü insan).. Yedi besili ineği yedi zayıf (ineğin) yediği ve yedi yeşil başakla diğerleri kuru olan (rüya) konusunda bize fetva ver. Umarım ki insanlara da (senin söylediklerinle) dönerim, belki onlar (bunun anlamını) öğrenmiş olurlar."

47. Dedi ki: "Siz yedi yıl, önceleri (ektiğiniz) gibi ekin ekin, yediğinizin az bir kısmı dışında (kalanını) biçtiklerinizi başağında bırakın."

48.Sonra bunun arkasından (kuraklığı) zorlu yedi yıl gelecektir, sakladığınız az bir miktar dışında, daha önce biriktirdiğinizi yiyip bitirecektir."

49. Sonra bunun arkasından bir yıl gelecektir ki, insanlar onda bol bol yağmura kavuşturulacak ve onda sıkıp-sağacaklar."

50.Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin." Ona elçi geldiğinde (Yusuf:) "Efendine (Rabbine) dön de ona sor: "Ellerini kesen o kadınların durumu neydi? Doğrusu benim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten bilendir."

51.(Hükümdar topladığı o kadınlara:) "Yusuf'un nefsinden murad almak istediğinizde sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Allah için, haşa" dediler. "Biz ondan hiçbir kötülük görmedik." Aziz (Vezir)in de karısı dedi ki: "İşte şu anda gerçek orta yere çıktı; onun nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise gerçekten doğruyu söylenlerdendir."

52.(Yusuf aracıya şunu söyledi:) "Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah'ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi."

53."(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir."

54.Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin, onu kendime bağlı kılayım." Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: "Sen bugün bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir danışman-yönetici)sin."

55. (Yusuf) Dedi ki: "Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim."

56.İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız.

57. Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır.

58.(Kuraklık başlayınca) Yusuf'un kardeşleri gelip yanına girdiler, onu tanımadıkları halde kendisi onları hemen tanıdı.

59.Onların erzak yüklerini hazırlayınca dedi ki: "Bana babanızdan olan kardeşinizi getirin. Görmüyor musunuz, ben ölçüyü tam tutarım ve ben konukseverlerin en hayırlısıyım."
60."Eğer onu bana getirmeyecek olursanız, artık benim katımda sizin için bir ölçek (erzak) yoktur ve bana da yaklaşmayın."

61.Dediler ki: "Onu babasından istemeye çalışacağız ve herhalde biz bunu yapabileceğiz."

62. Yardımcılarına dedi ki: "Sermayelerini (erzak bedellerini) yüklerinin içine koyun. İhtimal ki ailelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki geri dönerler."

63.Böylelikle babalarına döndükleri zaman, dediler ki: "Ey babamız, ölçek bizden engellendi. Bu durumda kardeşimizi bizimle gönder de erzağı alalım. Onu mutlaka koruyacağız."

64.Dedi ki: "Daha önce kardeşi konusunda size güvendiğimden başka (bir şekilde) onun hakkında size güvenir miyim? Allah en hayırlı koruyucudur ve O, esirgeyenlerin esirgeyicisidir."

65.Erzak yüklerini açıp da sermayelerinin kendilerine geri verilmiş olduğunu gördüklerinde, dediler ki: "Ey Babamız, daha neyi arıyoruz, işte sermayemiz bize geri verilmiş; (bununla yine) ailemize erzak getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükünü de ilave ederiz. Bu (aldığımız) az bir ölçektir."

66."Bana etrafınızın çepeçevre kuşatılması dışında, onu ne olursa olsun mutlaka bana getireceğinize dair Allah adına kesin bir söz verinceye kadar, onu sizinle asla gönderemem." dedi. Böylelikle ona kesin bir söz verince dedi ki: "Allah, söylediklerimize vekildir."

67.Ve dedi ki: "Ey çocuklarım, tek bir kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ben size Allah'tan hiçbir şeyi sağlayamam (gideremem). Hüküm yalnızca Allah'ındır. Ben O'na tevekkül ettim. Tevekkül edenler de yalnızca O'na tevekkül etmelidirler."

68.Babalarının kendilerine emrettiği yerden (Mısır'a) girdiklerinde, (bu,) -Yakub'un nefsindeki dileği açığa çıkarması dışında- onlara Allah'tan gelecek olan hiçbir şeyi (gidermeyi) sağlamadı. Gerçekten o, kendisine öğrettiğimiz için bir ilim sahibiydi. Ancak insanların çoğu bilmezler.

69.Yusuf'un yanına girdikleri zaman, o, kardeşini bağrına bastı; "Ben" dedi. "Senin gerçekten kardeşinim. Artık onların yaptıklarına üzülme."

70.Erzak yüklerini kendilerine hazırlayınca da, su kabını kardeşinin yükü içine bıraktı, sonra bir münadi (şöyle) seslendi: "Ey kafile, sizler gerçekten hırsızsınız."
71.Onlara doğru yönelerek: "Neyi kaybettiniz?" dediler.

72.Dediler ki: "Hükümdarın su tasını kaybettik, kim onu (bulup) getirirse, (ona armağan olarak) bir deve yükü vardır. Ben de buna kefilim."

73."Allah adına, hayret" dediler. "Siz de bilmişsiniz ki, biz (bu) yere bozgunculuk çıkarmak amacıyla gelmedik ve biz hırsız değiliz."

74."Öyleyse" dediler. "Eğer yalan söylüyorsanız (bunun) cezası nedir?"

75.Dediler ki: "Bunun cezası, (su tası) yükünde bulunanın kendisidir. İşte biz zulmedenleri böyle cezalandırırız."

YUSUF SÜRESİ VE MEALİ 3.BÖLÜM

35.Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı.

36. Onunla birlikte iki genç de zindana girmişti. Biri: "Ben (rüyamda) kendimi şarap sıkıyorken gördüm." dedi. Öbürü: "Ben de kendimi başımın üstünde ekmek taşıyorken gördüm; kuş da ondan yemekteydi" dedi. "Bunun yorumundan bize haber ver. Doğrusu biz seni, iyilik yapanlardan görmekteyiz."

37.Dedi ki: "Size rızıklanacağınız bir yemek gelecek olsa, ben mutlaka size daha gelmeden önce onun ne olduğunu haber veririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiklerindendir. Doğrusu ben, Allah'a iman etmeyen, ahireti de tanımayanların ta kendileri olan bir topluluğun dinini terk ettim."

38. "Atalarım İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un dinine uydum. Allah'a hiçbir şeyle şirk koşmamız bizim için olacak şey değil. Bu, bize ve insanlara Allah'ın lütuf ve ihsanındandır, ancak insanların çoğu şükretmezler."

39. "Ey zindan arkadaşlarım, birbirinden ayrı (bir sürü) Rabler mi daha hayırlıdır, yoksa kahhar (kahredici) olan bir tek Allah mı?"

40."Sizin Allah'tan başka taptıklarınız, Allah'ın kendileri hakkında hiçbir delil indirmediği, sizin ve atalarınızın ad olarak adlandırdıklarınızdan başkası değildir. Hüküm, yalnızca Allah'ındır. O, Kendisi'nden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler."

41. "Ey zindan arkadaşlarım, ikinizden biri efendisine şarap içirecek, diğeri ise asılacak, kuş onun başından yiyecek. İşte hakkında fetva istemekte olduğunuz iş (artık) olup bitmiştir."

42.İkisinden kurtulacağını sandığı kişiye dedi ki: "Efendinin katında beni hatırla." Fakat şeytan, efendisine hatırlatmayı ona unutturdu, böylece daha nice yıllar (Yusuf) zindanda kaldı.

43.Hükümdar: "Ben (rüyamda) yedi besili inek görüyorum, onları yedi zayıf inek yiyor; bir de yedi yeşil başak ve diğerleri ise kupkuru. Ey önde gelen (kahin-bilginler,) eğer rüya yorumluyorsanız benim bu rüyamı çözüverin" dedi.

44.Dediler ki: "(Bunlar) Karmakarışık düşlerdir. Biz böyle düşlerin yorumunu bilenler değiliz."

45.O iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra hatırladı ve: "Ben bunun yorumunu size haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin" dedi.

YUSUF SÜRESİ VE MEALİ BÖLÜM 2

18. Ve üzerine yalandan kan (sürülmüş) olan gömleğini getirdiler. "Hayır" dedi. Nefsiniz, sizi yanıltıp (böyle) bir işe sürüklemiş. Bundan sonra (bana düşen) güzel bir sabırdır. Sizin bu düzüp-uydurduklarınıza karşı (Kendisi'nden) yardım istenecek olan Allah'tır."

19. Bir yolcu-kafilesi geldi, sucularını (kuyuya su almak için) gönderdiler. O da kovasını sarkıttı. "Hey müjde... Bu bir çocuk." dedi. Ve onu (kuyudan çıkarıp) 'ticaret konusu bir mal' olarak sakladılar. Oysa Allah, yapmakta olduklarını bilendi.

20.Onu ucuz bir fiyata, sayısı belli (birkaç) dirheme sattılar. Onu pek önemsemediler.

21.Onu satın alan bir Mısırlı (aziz,) karısına: "Onun yerini üstün tut (ona güzel bak), umulur ki bize bir yararı dokunur ya da onu evlat ediniriz" dedi. Böylelikle Biz, Yusuf'u yeryüzünde (Mısır'da) yerleşik kıldık. Ona sözlerin yorumundan (olan bir bilgiyi) öğrettik. Allah, emrinde galib olandır, ancak insanların çoğu bilmezler.

22.Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte Biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz.

23. Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim Efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez."

24.Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle Biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı.

25.Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?"

26.(Yusuf) Dedi ki: "Onun kendisi benden murad almak istedi." Kadının yakınlarından bir şahid şahitlik etti: "Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmışsa bu durumda kadın doğruyu söylemiştir, kendisi ise yalan söyleyenlerdendir.

27.Yok eğer onun gömleği arkadan çekilip-yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir."

28.Onun gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): "Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür" dedi.

29."Yusuf, sen bundan yüz çevir. Sen de (kadın) günahın dolayısıyla bağışlanma dile. Doğrusu sen günahkarlardan oldun."

30.Şehirde (birtakım) kadınlar: "Aziz (Vezir)'in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz." dedi.

31.(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf'a da:) "Çık, onlara (görün)" dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: "Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir" dediler.

32.Kadın dedi ki: "Beni kendisiyle kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve elbette küçük düşürülenlerden olacak."

33.(Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum."

34.Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir.

YUSUF SÜRESİ VE MEALİ 1.BÖLÜM

Rahman Rahim olan Allah'ın adıyla

1.Elif. Lâm. Râ. Bunlar, apaçık Kitab'ın âyetleridir.

2.Gerçekten Biz, akıl erdirirsiniz diye, onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik.

3.Biz bu Kur'an'ı sana vahyetmemizle, en güzel kıssaları gerçek bir haber (kıssa) olarak sana aktarıyoruz, oysa sen, daha önce, bundan haberi olmayanlardandın.

4.Hani Yusuf babasına: "Babacığım, gerçekten ben (rüyamda) on bir yıldız, Güneş'i ve Ay'ı gördüm; bana secde etmektelerken gördüm" demişti.

5.(Babası) Demişti ki: "Oğlum, rüyanı kardeşlerine anlatma, yoksa sana bir tuzak kurarlar. Çünkü şeytan, insan için apaçık bir düşmandır."

6."Böylece Rabbin seni seçkin kılacak, sözlerin yorumundan (kaynaklanan bir bilgiyi) sana öğretecek ve daha önce ataların İbrahim ve İshak'a (nimetini) tamamladığı gibi senin ve Yakub ailesinin üzerindeki nimetini tamamlayacaktır. Elbette Rabbin, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."

7.Andolsun, Yusuf ve kardeşlerinde soranlar için ayetler (ibretler) vardır.

8. Onlar şöyle demişti: "Yusuf ve kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir; oysa ki biz, birbirini pekiştiren bir topluluğuz. Gerçekte babamız, açıkça bir şaşkınlık içindedir."

9. "Öldürün Yusuf'u veya onu bir yere atıp-bırakın ki babanızın yüzü yalnızca size (dönük) kalsın. Ondan sonra da salih bir topluluk olursunuz."

10. İçlerinden bir sözcü dedi ki: "Eğer (mutlaka bir şey) yapacaksanız, öldürmeyin Yusuf'u, onu kuyunun derinliklerine bırakıverin de bir yolcu kafilesi alsın."

11.(Bu karara vardıktan sonra) "Ey Babamız," dediler. "Sana ne oluyor, Yusuf'a karşı bize güvenmiyorsun? Oysa gerçekte biz, onun iyiliğini isteyenleriz."

12."Sen onu yarın bizimle gönder, gönlünce gezsin, oynasın. Elbette biz onu koruyup-gözetiriz."

13.Dedi ki: "Sizin onu götürmeniz gerçekten beni üzer ve siz ondan habersiz iken onu kurdun yemesinden korkuyorum."

14.Dediler ki: "Andolsun, biz, birbirini kollayan bir topluluk iken, kurt onu yerse, bu durumda şüphesiz kayba uğrayan (aciz) kimseler oluruz."

15.Nitekim onu götürdükleri ve kuyunun derinliklerine atmaya topluca davrandıkları zaman, Biz ona (şöyle) vahyettik: "Andolsun, sen onlara kendileri, farkında değilken bu yaptıklarını haber vereceksin."

16.Akşam üstü babalarına ağlar vaziyette geldiler.

17.Dediler ki: "Ey Babamız, gerçek şu ki, biz gittik, yarışıyorduk. Yusuf'u da yiyeceklerimizin (veya eşyamızın) yanında bırakmıştık. Fakat onu kurt yemiş. Ne var ki biz doğruyu söylesek bile sen bize inanacak değilsin."

GÜZEL BİR SÖZ

Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol; iğne gibi olma. Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen, fena söyleyici, fena öğretici, fena düşünceli olma. (Hz. Mevlâna)

BİR DUA

Ey büyük Allah'ım, kalbleri iyiden kötüye, kötüden iyiye çeviren, ancak sensin. Kalbimi, dininde sâbit kıl, dininden döndürme, Müslümanlıktan ayırma!

BIR HADIS

Resulullah (sav) buyurdular ki: "Eğer siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah Teala hazretleri sizi helak eder ve yerinize, günah işleyecek (fakat tevbeleri sebebiyle) mağfiret edeceği kimseler yaratırdı."
KÜTÜBİ SİTTE

BIR AYET

Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.
3:14

SALAVAT-I ŞERİFE

600 BİN SALAVAT-I ŞERİFE DEĞERİNDE BİR SALAVAT
Allahümme salli ve sellim ala seyyidina ve nebiyyina muhammedin bi adedi enfasil mahlukat. Allahümme salli ve sellim ala seyyidina ve nebiyyina muhammedin bi adedi eş'aril mevcudat. Allahümme salli ve sellim ala seyyidina ve nebiyyina muhammedin bi adedil levhı ved deavat. Allahümme salli ve sellim ala seyyidina ve nebiyyina muhammedin bi adedi seb'ı sevakinil erdı ves semavat. Allahümme salli ve sellim ala seyyidina ve nebiyyina muhammedin bi adedi ma halekal bedaya ven nehaya ebedil ebed. Allahümme salli ve sellim ala seyyidina ve nebiyyina muhammedin bi adedi ma haleka min haşrihi ve ahıri bekaihi ve sellim tesliymen kesiyran kesiyra.

Manası: Allah'ım! Efendimiz ve peygamberimiz Muhammed'e mahlukatın nefesleri adedince salat ve selam eyle!Allah'ım! Efendimiz ve peygamberimiz Muhammed'e varlıklardaki saç ve tüyler sayısınca salat ve selam eyle! Allah'ım! Efendimiz ve peygamberimiz Muhammed'e levh ve dualar miktarınca salat ve selam eyle! Allah'ım Efendimiz ve peygamberimiz Muhammed'e yedi kat yer ve yedi kat göklerde bulunanlar adedince salat ve selam eyle! Allah'ım! Efendimiz ve peygamberimiz Muhammed'e ezelden ebede yarattığın mahlukat adedince salat ve selam eyle! Allah'ım Efendimiz Muhammed'e topyekün mahlukat sayısınca ve sonsuza dek hadsiz, hesapsız salat ve selam eyle.

Fazileti: Bu salavat-ı şerifeyi bir defa okuyarak Efendimiz Aleyhisselam'a salavat getiren kimse altı yüz bin defa salavat okumuş gibi ecre nail olur. Ebu Said el-Hudri(r.a) dedi ki: Bir cemaat, bir mecliste Rasulüllah(S.A.V.)'e salat ü selam getirmezse, cennete girseler dahi, yani pişmanlık duyacaklardır.”
Rasulüllah (S.A.V.) buyuruyor: -Eğer kalplerin öldüğü gün kalbinin ölmesini istemiyorsan, bir günde on defa şu ilahi isimleri oku: “Ya Hayyu ya Kayyum.” Sonra hiç yorulmadan bana her gün salavat getir.”

Samstag, 13. März 2010

Allahümme ecirni minen nar

Sabah ve akşam günde 7 defa cehennem ateşinden korunmak için

Allahümme ecirni minen nar duasını okuyalım inş

Montag, 22. Februar 2010

Seyyid Kutub

Seyyid Kutupun Görüsleri

Tartışmalar arasında kaynadı, bu meseleyi ayrı bir başlık halinde ele alalım. Bakın Seyyid Kutup'un görüşleri bazıları tarafından nasıl kullanılıyor:

http://www.gunes.com/2005/02/18/yazidizisi/i1.html link ölü

Mısırlı ünlü İslam tarihçisi ve siyaset kuramcısı Seyyit Kutup der ki: Muaviye'yi; yeğenim diyerek koruyan ve İslam toplumunun başına bela eden Halife Osman olmuştur. Emeviler de İslam görüntülü olmalarına karşın; İslam'ın ilkelerini ayaklar altına almışlardır.

Osman, hazineyi akrabalarına yağmalatmış, bütün önemli valiliklere onları getirmişti. Bundan başka Arap kabile reislerine ve ileri gelenlerine fethedilen topraklara gitme, oralardan mal edinme hakkını vermişti. Ebu Bekir ve Ömer zamanında yasaklanan bu talancı-yağmacı tavır, Osman tarafından hayata geçirilince Arabistan'da çalışıp kazanmadan her taraftan kazanç elde eden boş bir aristokrat sınıf ortaya çıkmıştı (Seyyid Kutub'dan, Age, s.37)

Osman'ın yanlı tutumu ve Kuran konusunda yaptıkları yüzünden ayaklanma başladı. Seyyid Kutub, bu olguyu değerlendirirken diyor ki:

“(...) Genellikle o ayaklanma Osman'ın, daha açıkçası Mervan'ın (Osman'ın Başbakanı) ve onun arkasındaki Emevilerin tutumundan İslam ruhuna ve yönetimine daha yakındı. Osman için şu mazereti buluyoruz: Kötü tesadüfler kendisini halifeliğe getirdi. Çünkü Emevi topluluğu çevresinde bulunuyordu. Kendisi de seksenine yaklaşmış güçsüz bir ihtiyardı.

(...)

Osman'ın kişiliğinde İslam'ın ruhunu itham etmemiz güçtür. Fakat onun hatasını da affetmemiz o ölçüde güçtür. Çünkü, açıktır ki, üçüncü Halife'nin mal dağıtımındaki tutumu, müsteşarı Mervan'ın tutumu ve onun görevlerin çoğunu Emevilere vermesi, bütün bunlar tarihin gidişini etkileyen birtakım genel durumlar yarattı. Artık mesele, bir ferdin rolünden ibaret değildi, ağırlığı ve itici gücü olan birtakım durumlara yol açtı.

Osman, fiilen Emevi Devleti'ni ayakta bırakarak gitti. Bunu, her yerde, özellikle Şam'da onlara imkan ve İslam ruhundan uzak olan Emevilik ilkelerine ortam hazırlamakla yaptı. Böyle olmasaydı, Muaviye sonradan Halifeye (Hazreti Ali'ye) karşı çıkmak için tehlikeye atılamayacaktı. Çünkü, Muaviye'yi Muaviye yapan Osman'ın 13 yıllık iktidarıydı. Çünkü bu iktidar onun eline para gücünü, ordu gücünü ve devlet gücünü toplamıştı (Seyyid Kutub'dan, age, s.38-39)

20. Yüzyıl'da İslam dünyasının en önemli düşünürlerinden birisi sayılan Mısırlı Seyyid Kutub'un bu değerlendirmesi, iki zihniyeti göstermesi açısından öğreticidir.

Alevilik, Hazreti Ali'ye bağlılık olarak Muaviye karşıtlığı biçiminde yükselirken, adaletsizliğe, zorbalığa, eşitsizliğe karşı da yükselen bir hareket olmuştur.

Bugünkü Alevi kimliğini neden Hazreti Ali sembolünün belirlediğini yukarıdaki örnek göstermektedir.

Muaviye ise peygamberin davranışlarını (Sünnet'i) hayata geçirdiğini iddia ederek kendisince bir yol icat edecek ve Sünnilik böyle şekillenecektir.

Konuyla alakalı bir haber :

http://www.tevhidhaber.com/news_detail.php?id=1149

Selefiler’den Seyyid Kutup’a Saldırı
Selefiler, ünlü Mısırlı Kur’an müfessiri Seyyid Kutub’u Şii düşüncesine yakın sözler söylemekle suçlayıp eleştirdiler.
12 Eylül 2006 Salı 15:47
http://www.saafonline.com/haber_detay.php?haber_id=581
Önde gelen çağdaş müfessirlerinden Dr. Seyyid Kutub"u yermeye yönelik hazırlanan ve selefi ulemanın sözlerini içeren sitede Seyyid Kutub"a, “vahdet-i vücud”u savunmaktan, Şii düşüncesine yakın sözler ifade etmeye kadar birçok suçlamada bulunuluyor.


Sitede ünlü Selefi düşünür Nasıruddin Elbani"nin “Düzeltilmesi Gereken Kavramlar” adlı kasetine dayanılarak “Kutub"un Sufilere ait sözler söylediği; bu sözlerden ancak vahdeti vücut"un anlaşıldığı” ifade ediliyor.


Yine selefilerin ünlü âlimlerinden İbn Useymeyn"in şu sözlerine yer veriliyor: “İhlas suresini tefsirini okudum. Tefsirinde "Ehl-i Sünnet ve"l Cemaat"ın üzerinde bulunduğu yola muhalif büyük sözler söylemiştir. Nitekim bu sureyi tefsir edişi, vahdet-i vücut görüşüne sahip olduğunu göstermektedir.” (Davet dergisi, 1591 sayı)


Yine Ali b. Yahya el-Haddadi"nin yayınladığı “Seyyid Kutub"un Hayatından Önemli Kesitler” adlı kitapta, Seyyid Kutub"un Toplumsal Adalet kitabından bir alıntı yapıldıktan sonra Kutub"a “günahkar” ve “facir” sözleriyle saldırılıyor.


Seyyid Kutub"dan alıntı yapılan ve ardından da ona hakaretler edilen bölümde şu ifadelere yer veriliyor:


“Seyyid Kutup şöyle söylüyor: "Sonunda devrimciler devrimi gerçekleştirdi. Hak ile batıl, hayır ile şer birbirine karıştı. Ancak meselelere İslam gözüyle bakanlar; meseleleri İslam ruhuyla hissedenler bu devrimin İslam"ın ruhuna ve çizgisine Osman"dan, daha ince ifadeyle Mervan"dan daha yakın olduğuna karar verecektir." (Toplumsal Adalet, s. 189, 5. Baskı)


Bu günahkâr ve facir sözlerden anlaşılacağı üzere Osman meselelere İslam gözüyle bakamıyor; İslam"ın ruhunu hissetmiyordu.”


Sitede Seyyid Kutub"un İslam tarihiyle ilgili bazı görüşleri de Ali b. Yahya el-Haddadi"nin aynı eseriyle yeriliyor. Haddadi, kitabının bir diğer bölümünde şunları söylüyor:


“Seyyid Kutub, Osman"ın hilafeti hakkında –ki o raşid halifedir- diyor ki:


"Biz Ali"nin (r.a.) hilafetinin kendisinden önceki Ebu Bekir ve Ömer"in hilafetinin doğal devamı olduğuna meylediyoruz. Osman"ın dönemi ise aradaki bir fasılaydı." (Toplumsal Adalet, s.206, 5. baskı)


Nitekim Kutup"un bu ifadesi değişmiş yahut ifadeleri onun adına "Mervan"ın hâkim olduğu Osman dönemi" şeklinde değiştirilmiştir. Ancak her halükarda Seyyid Kutub kitabının iki baskısında da Osman"ın hatasının sonuçlarını bağışlamamıştır. Bu ise Şii ve Rafizi nefesidir.” (s. 23)


Ali b. Yahya el-Haddadi, aynı eserin bir diğer bölümünde şunları söylüyor:



“Seyyid Kutup, Osman"a çatmakla yetinmemiş; Muaviye"ye ve Amr b. As"a –ALLAH onlardan razı olsun- da çatmıştır:


"Muaviye ve arkadaşı (Amr b. As) yalan, hile, aldatma, nifak, rüşvetle adam satın alma gibi yollara başvuruyor; Ali ise bu tür aşağılık yollara sapmıyordu." (Kitaplar ve Şahıslar, s.206)


Görüldüğü üzere Kutup, en çirkin altı sıfatla sahabenin önde gelenlerinden ikisini zikrediyor. Oysa Kutup bu sıfatlara daha layıktır ve o bu sıfatların ehlidir.” (s.24)

El-Haddadi şöyle devam ediyor:


“Seyyid Kutup, Ebu Sufyan hakkında da şunları söylemiştir:


"Onun İslam"ı dil ve ağızladır. Kalp ve vicdan ile değildir. İslam o adamın kalbine nüfuz etmemiştir." (Muslimun Dergisi, 4. sayısı)


Bu ifadelerden Kutup"un Şii ve Rafizi düşünceden ashap konusunda ne kadar etkilendiği ortaya çıkmaktadır.” (s.24)

_________________
kavuşmak istiyorsan mevlaya vur tekmeyi dünyaya.
yamadık dünyayı yırtarak dinimizden,
sonunda dinde gitti, dünyada elimizden.
(efendi hz.)

Necip Fazıl'ın İbni Teymiyye Değerlendirmesi

İBN-İ TEYMİYYE

Şimdi bütün bu yolu kaybedişlerin, çamura saplanışların, her şeyi beş hasseden ibaret kuru akıl çerçevesine döküşlerin; ona da nasıl inandıkları ayrı bir mesele teşkil etmek üzere "Nas-Kur'ân hükmü" dışında hiç bir şey kabul etmeyişlerin ve Kur'ân'ı kuru akla göründüğü gibi ele alışların baş temsilcisi İbn-i Teymiyye'ye sıra geliyor.

Sekizinci Hicrî Asrın bu kuru kafası, kendisinden birkaç asır ilerideki Vehhabîliğe, ondan 1 asır sonra da Mısırlı Muhammed Abduh ve Efganlı Cemaleddin'e (Cemaleddin-i Efganî) uzaktan ve yakından ana zemini kurmuş ve İslâmı yıkılmak üzüre bir bina farzedip onu dışından payandalamak isteyen daha sonraki (reform)culara doğrudan doğruya veya dolayısiyle dayanak olmuştur.

Bir âlim, evet... Fakat... Kuru, hedefini şaşkın, sır âleminin vecde düşürücü müşahedesini kaybetmiş ve derinliğine hikmet ufuklarını karanlığa boğmuş bir ilim, hiçbir şey bilmemekten daha kötüdür. îbn-i Teymiyye bu ikinci sınıfın baş örneğidir; ve mesleği, kısaca, şeriati dış çehresiyle ele almak, onu uzunluğuna ve genişliğine ele alırken derinliğinden mahrum ederek hacimden uzaklaştırmak ve satıh haline getirmek ve bu yolda İslama bir nevi maddecilik ve kuru akılcılık getirmeye kalkışmış olmaktır. Yâni İbn-i Teymiyye, şeriati doğrulayıcı akla, onun gördüğünden-ötesini kabul etmemekle, farkında olmaksızın bir nevi selâhiyet ve hâkimiyet tanımış oluyor ki, akla böyle bir selâhiyet ve hakimiyet tanımak, hem aklı, hem imanı anlamamak ve dalâletin en dipsizine düşmek oluyor. Eğer insan "ben Kur'an-ı aklımla tefsir ederim" dese de tefsiri Beyzavî Tefsirinin aynı olsa yine küfürdedir. Aynı akılla Allah'ı inkâr edenler, ters tarafından İbn-i Teymiyye ile aynı daire içinde mahpusturlar. Bu bahis gayet girift ve uzundur ve İbn-i Teymiyye mektebinin bazı ihtilâtları, hattâ son zamanlarda yurdumuzda talebe kaydetmeye kadar giden sirayetleri ve kolayca yerleşme avantajı bakımından ne kadar üzerinde durulsa yeridir. Akla bahşedilen öyle bir kolaylık ve ucuzluk ki, yarım akıllara İlâhî esrara karşı bir nevi horozlanma sevdasını veriyor, İlâhî esrarı çözülmüş şifre kâğıtları halinde sepete attırdığının farkında olmuyor; ve işte bu haliyle günümüzde İslâm Enstitülerine kadar sızmış ve bazı gruplar arasında modalaşmış bulunuyor.

Tasavvufu inkâr etmek, Resuller Resulünün ruhâniyet ve bâtınını tanımamaya varır ki, hem de sözde şeriatten yana görünmenin maskesi altında topyekûn ve en hain şekilde küfre ulaşır. Bu gibilerin (diyalektik) tekerlemeleri ise, (Sokrates)in buluşiyle, flüt çalana inanıp da flüte inanmamak derecesinde hayalî bir abes ve hamakat teşkil eder. Anlaşılmaza inanıyor da onun tecellilerindeki sırrîlik ve gizliliğe inanmıyor!!!

Koca İmam-ı Gazalî... Aklı akılla tükettikten sonra şöyle der:

"- Aklın hudut noktasına vardım ve gördüm ki, onunla erişmek boş hayâl... Peygamberin ruh feyzine yapışmaktan ibaret her şey... Öyle yaptım ve kurtuldum. Peygamberlik tavrı aklın ötesidir."

Bunlarsa aklı tüketip ötesine geçenler değil, en iptidaî aklın tükettikleri...

Kocakarıların hayâl aynasındaki mevhum çizgilerle, Allah'ın esrar perdesindeki sonsuzluk nakışları ve tasavvufun sahtesiyle gerçeği arasında ayırd edici meleke, işte İbn-i Teymiyyede mevcut olmayan selim akıl ve mümîn kalbleri ışıldatıcı ilâhî nurdur. Nur yoksunu, o...

Necip Fazıl Kıs